Türkiye`de orta sınıfın yaşam tarzlarının İslamlaşma bağlamında etkileşimleri
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
Bu araştırmanın temel amacı, yükselen İslamlaşma bağlamında orta sınıf yaşam tarzlarını ve Türkiye'deki sosyal sınıf yapısıyla ne şekilde ilişkilendiğini incelemektir. Bu çalışmada, ideolojiler ve kültürel sistemler yaşam tarzlarını etkileyen ve şekillendiren ana unsurlar olarak görülmüş, tüketimcilik ise hem kültürel bir sistem hem de bir ideoloji olarak ele alınmıştır.Son yıllarda, küresel çapta muhafazakâr popülist hareketlerin yükselişine tanık olduk. Geleneksel muhafazakâr ideolojilerin aksine, bu hareketler tüketim kültürüne, yeni teknolojilere ve değişimlere açık ve medyayı iyi kullanabilen hareketler olarak karşımıza çıkar. Bu nedenle de kültürel innovasyona çok açık, toplumun değişik kesimlerini mobilize edebilen, sosyal hareketler olarak değerlendirildiler. Bu argümana paralel olarak, post-oryantalistler refah devletinin dağılmasını ve tüketimcilik ile yer değiştirilmesini modernliğin meta anlatılarıyla inşa edilen kurumsal yapının erozyonu olarak algıladılar. Tüketim yoluyla kültürel çeşitliliğin hayata geçirebileceğini ve susturulmuş azınlıklara ses verebileceğini, dolayısıyla özgürleştirici bir potansiyeli olduğunu ve hatta toplumsal uzlaşıyı da beraberinde getireceğini savundular. Türkiye'de de bu hareketler benzer bir şekilde yeniliklere açık, aşağıdan-yukarı gerçekleşen, kültürel alanda özgürlüğü getirebilecek özgün bir güç olarak algılandılar. Ancak bugün bu hareketlerin sağ popülizminin ötesine geçemediği görülmektedir. Bu tez, bu tür hareketlerin kültürel innovasyonla toplumsal harekete sebep olduğu, yeni yaşam tarzlarına ilham verdiği ve kimlikleri ilerici bir biçimde dönüştürdüğü ön kabulüne dayanan ve İslamcı sosyal hareketlere pozitif-normatif bir bakış açısı ile yaklaşan post-oryantalist yaklaşımları eleştirmektedir. Bu yaklaşımlar, değişimin aracıları olarak toplumsal hareketlerin rolünü abartabilmekte, popülist ve gerici potansiyellerini gözden kaçırabilmektedirler. Bunun büyük ölçüde nedeni, sınıf tabanlı siyasi ideoloji pahasına kimlik siyaseti yoluyla kültürel değişime yapılan vurgudan kaynaklanmaktadır. Başta, kültürün ideolojiye indirgenmesine tepki olarak ortaya çıkan bu yaklaşımlar kültürü ideolojiden ayırmış ve bağımsız olarak ele almaya başlamıştır. Sivil toplumu `kültürel` ve devleti `ideolojik` olarak sınıflandırmak, böylece doğal olarak iç içe geçmiş hegemonya ve tahakküm kavramlarını birbirinden ayıran ve kültürel özgürlüğün toplumsal bir uzlaşıyı da beraberinde getireceği öngörüsüne dayanan bu yaklaşımlar, Gramsci'den esinlenmiş ancak onun özünden uzaklaşmıştır. Kültür ve ideoloji arasında sağlıklı bir bağlantı kurulamaması, hegemonyanın dogmatik ideolojiler yerine, kültürel özgürlükle söylemler ve semboller üzerinden yayılmasına neden olabilmektedir. Tahakkümün devletten, ordudan, eğitim sisteminden veya güçlü seçkinlerden kaynaklandığı, varsayımına dayandırılan, sivil toplumun ise serbest alan olarak değerlendirildiği bu görüşler, bir bakıma ekonomik alanda bırakınız geçsinler (laissez faire, laissez passer) anlayışının kültürel alanda uygulanmasını çağrıştırır. Gücün dağılmasındaki eşitsizlikleri göz ardı eden bu yaklaşım, sosyal değişimleri de aşağıdan yukarı hareketlenmeler olarak yorumlama eğilimindedir. Oysa, kültürel alandaki sosyal değişimler de her zaman tıpkı ekonomik alanı güçlü olanın kendine göre düzenlenmesi gibi, kültürel alanda da din adamları, sermaye sahipleri, politikacılar, medya vb. tarafından manipüle edilme potansiyeline sahiptir. Yani her iki alanda da daha güçlü ve yerleşik olanın çıkarlarının lehine sonuçlanacaktır. Bu yaklaşımların aksine, bu tez, hegemonya ve tahakkümün iç içe geçmiş olduğu gerçeğinin altını çizmekte, devleti ise bir güç merkezi olmak yerine bir varlık olarak bu iç içe geçmiş sistemin bir parçası olarak ele almaktadır. Bu nedenle yalnızca kültüre dayanan analizleri eksik olarak kabul etmekte ve Marksist siyasi kavramı benimsemektedir. Bu doğrultuda, kültür ve ideolojiler bir bütünün parçaları olarak ele alınmış ve sınıf analizi çok boyutlu olarak yorumlanmıştır. Bu bağlamda, Bourdieu'nün metoduna dayandırılarak, Türkiye'deki orta sınıf yaşam tarzları, sosyokültürel yapının istatistiksel analizi `nicel` ve söylem analizi `nitel` ile yeniden gözden geçirilmiştir. Buna göre, ilk yöntem kullanılarak Konda 2008 ve Konda 2015 verileri eleştirel bir şekilde analizi edilmiştir. Sosyal sınıflar, keşfedici ve sağlayıcı örüntü algılama algoritmaları kullanılarak değerler ve yaşam tarzlarına dayandırılarak haritalanmıştır. Bu araştırma, orijinal Konda araştırmasının önceden öngördüğü kategoriler (`Bireysel-kolektivist`, `Muhâfazakar-Yenilikçi`, `Otoriter-Demokratik`, `Laik-Anti-laik`, `Küresel-Yerel`) yerine yani yukarıdan-aşağı yerine aşağıdan-yukarı yaklaşımı benimsemiş ve dataları şeffaf olarak analiz etmiştir. Elbette orijinal Konda araştırmasında izlenen bu yol bilimsel anlamda yanlış değildir. Ancak aşağıdan-yukarı yaklaşım dataları keşfetme ve yeniden yorumlama anlamında daha fazla olanak vermiştir. Güvenilirlik analizinden elde edilen bulgularda ise, bazı kategorilerde tutarsızlıklara rastlanmıştır. Buna göre mevcut Konda analizinde modernliğin sadece yeni ürünlere ve teknolojilere açık olup olmamak, ekonominin dışa açık olmasını onaylamak açısından irdelendiği gözlemlenmiştir. Dolayısıyla, orijinal Konda çalışmasının, modernlik ve küreselliğe olan yaklaşımı baz alındığında, bir bakıma ekonomik liberalliğin sosyal liberalizm ve modernlikle eşdeğer tutulduğu ve bunun da teorik yapılara dayandırıldığı görülmüştür. Yine yeni ürünlere ve değişimlere sıcak bakanların toplumsal hoşgörü gerektiren alanlarda olumsuz olarak farklılaştıkları gözlemlenmiştir. Elbette, bilim, şeffaf ve yöntemsel kurallarla yapıldığı sürece sorgulayarak ilerler ve her araştırma, her teorik kavram eleştiriye açık olmalıdır; temel olarak bu çalışmada verilerin şeffaf analizi ile yapılan şey budur. Datalar, aşağıdan yukarı analiz edilerek ve ön kavramsal varsayımlar ile ilişkilendirilerek, istatiksel analiz araçları olarak R paketleri kullanılarak şeffaf bir şekilde karşılaştırılmış ve doğrulanarak, analiz edilmiştir ve tekrar edilebilirdir.Özetle analizin birinci fazında ideolojiler ve yaşam tarzları haritalandırılırken, ikinci faz olan nicel analizde durağan fotoğrafın dinamiklerini incelemek amacıyla söylem analizi yapılmıştır. Genel olarak, sınıf mücadelesinin bir parçası olan kültürel hegemonyanın, günlük mücadeleyi sembolik güç açısından ne şekilde değiştirdiğini ve ne tür bir öznellik yarattığını anlamayı ve yorumlamayı amaçlamaktadır. Bu tezin, bir ideolojinin onayı veya onaylanmaması için yapılmış bir çalışma olmadığının altı çizilmelidir. Bulgular ve kavramsal çerçeve tartışma ve sorgulamaya açıktır. Sınıfsal analizlere çok boyutlu yaklaşan bu çalışmanın, özellikle kültürel ideolojilerin, sınıf koalisyonlarının, söylem ve sembolik yapıların nasıl iç içe geçtiğini ve dinamik yapısı nedeniyle de değişkenliğini göstererek, Türkiye'deki sınıf tabanlı yaşam tarzı analizlerine ve daha sonra bu alanda yapılabilecek araştırmalara katkısı sağlayabileceği düşünülmektedir. Bu tezi zorlayacak farklı kritik çalışmaların ortaya çıkması bu alandaki araştırmaları elbette bir adım daha ileri taşıyacaktır. Bu tez, sosyal sınıfın dinamik yapısını ve gündelik yaşamı anlamak için daha yeni modellere, farklı bakış açılarına ve çok disiplinli, ideolojik, kültürel ve ekonomik olarak çok boyutlu bilimsel modellere ihtiyaç duyulmakta olduğunu kanıtlar niteliktedir. The primary objective of this research is to examine middle-class lifestyles within the context of the rising Islamization and how it relates to social class structure in Turkey. In this thesis, ideologies and cultural systems have been viewed as the main elements affecting and shaping lifestyles, while consumerism is considered as both a cultural system and an ideology.In recent years, we have witnessed a rise in reactionary populist movements globally. Unlike traditional conservative ideologies, these movements are open to consumption culture, new technologies and change and they use media effectively. For this reason, they were considered as social movements that are open to cultural innovation and that can mobilize different fractions of society. In parallel with this argument, post-orientalists perceived the dissolution of the welfare state and its replacement with consumerism as the erosion of the institutional structure that was built upon meta narratives of modernity. They argued that cultural diversity can be achieved through consumption and that it can give voice to the silenced minorities and thus it has an emancipatory potential that would even help bring social consensus. These movements were perceived similarly in Turkey; they were perceived as bottom-up movements that are open to change which carry the unique potential to bring freedom in cultural sphere. However, today it is observed that these movements cannot go beyond right-wing populism. This thesis criticizes post-orientalist approaches to Islamist social movements that apply a positive-normative perspective based on the premise that such movements bring about social mobilization through cultural innovations, inspire new lifestyles, and transform identities in a progressive manner. According to this, these approaches exaggerate the role of social movements as agents of change and overlook their populist and reactionary potentials. This oversight is largely due to the emphasis on cultural change through identity politics at the expense of class-based political ideology. These approaches have shaped as a reaction to the reduction of culture to ideology and this reaction has caused to separate culture from ideology and began to treat culture as independent from ideology. To classify civic society as the `cultural` and the state as the `ideological,` thereby separating the inherently intertwined concepts of hegemony and domination and assumptions that are based on the thought that cultural freedom will bring reconciliation in society are inspired by Gramsci's concept of hegemony but unfortunately missed the essence of his concept. The failure to establish a healthy connection between culture and ideology can lead to the diffusion of hegemony through cultural freedom, that are built on discourses and symbols instead of dogmatic ideologies. These views, which are based the assumption that the domination emanates from the state, the army, the education system, or the powerful elite and that the civil society is the free sphere in a way evokes the practice of `laissez faire, laissez passer` concept in the cultural domain. These views that overlook the inequalities in the distribution of power tend to interpret social changes as bottom-up movements. However, social changes in the cultural sphere have the potential to be manipulated by the capital owners, religious men, politicians, media etc. just like the economic sphere being regulated by the powerful figures for their own interests. In other words, both areas will be shaped in favor of the interests of the more established and the more powerful. Within this framework, in contrast to these approaches, this thesis underlines the fact that domination and hegemony are intertwined and takes government as an entity that is a part of this intertwined system instead of center of domination. For this reason, it considers the analyses that are merely based on culture as incomplete and interprets class analysis multidimensionally by adopting the Marxist concept of politics, culture and ideologies as parts of a whole. In this context, based on Bourdieu's analysis, life-styles of middle class in Turkey has been revisited by analyzing socio-cultural structure statistically, `quantitative`, and by discourse analysis, `qualitative`.Accordingly, the first method entailed the analysis of Konda 2008 and Konda 2015 data in a critical manner. Social classes are mapped based on values opinions and life styles by using exploratory and confirmatory pattern detection algorithms. This research, instead of using the original, established Konda categories (Individualist-Collectivist, Conservatism-Innovativeness, Authoritarianism-Democracy, Secular-Anti-secular, Global-Local) has used bottom-up approach and has explored data transparently. For sure, this path, which was followed in the original analysis of Konda, is not a wrong or unscientific way but bottom-up analysis has provided more opportunity to explore and reinterpret the data. In reliability analysis, some inconsistency has been observed in assumed categories.It is observed that in the current Konda analysis, modernity is examined only in terms of openness to new products and technologies and having positive views on open economy. Therefore, Konda study's approach to modernity and globalism in a sense shows that economic liberalism is assumed as an equivalent of social liberalism and modernity. Again, it was observed that the ones who are open to new products and changes differ negatively with their views on matter that require social tolerance. Science, certainly, progresses through questioning as long it is done with transparent and methodological rules, and every research, every theoretical concept must be open to criticism; this is basically what is done in this study. Data has been explored by applying bottom-up approach, correlated with precognition hypothesis, compared and confirmed transparently and analyzed by using R codes, and the research is repeatable. In summary, while ideologies and lifestyles were mapped to class in the first phase of the analysis, in in the second phase, the qualitative analysis, discourse analysis was carried out in order to elaborate on the dynamics of current scene. In general, it is aimed to understand and interpret how cultural hegemony, which is a part of the class struggle, changes the daily struggle in terms of symbolic power and what kind of subjectivity it creates. It should be underlined that this is not a study to approve or disapprove an ideology. The findings and conceptual framework are open to discussion and questioning. This study is especially considered to have the potential to influence later research on class-based analysis in Turkey by demonstrating how cultural ideologies, class coalitions and discursive and symbolic constructions are intertwined and how they are variable. New critical studies to challenge this thesis will take research in this field further. This thesis proves that we need more information, new models and different perspectives for understanding the daily life and multidisciplinary scientific models that are ideologically, culturally and economically multidimensional.
Collections