İsteğe bağlı yasal gebelik tahliyesi olgularında gebelik tahliyesinin cinsel işlevler ve duygu durum değişiklikleri üzerindeki etkisinin araştırılması
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
ÖZETAmaç: Yasal veya yasal olmayan yollarla gerçekleşen isteğe bağlı gebelik tahliyesi çoğu zaman karşılanmamış aile planlaması ihtiyacının bir sonucudur. Büyük çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşmektedir ve yasal olmayan yollarla gerçekleştirilen gebelik tahliyesi çoğu zaman yüksek oranlarda maternal mortalite ve morbidite ile ilişkilidir. İsteğe bağlı gebelik tahliyesi sonrasında çiftlerde sık karşılaşılan duygusal sorunların suçluluk duygusu, sonraki gebeliklerin kötü sonuçlanacağı düşüncesi, ilişkilerinde ve cinsel yaşamlarında güven duygusu eksikliği ve bozulmuş kişilik algısı olduğu görülmüştür. İsteğe bağlı düşük ile ilişkili duygusal ve cinsel sorunlar aile ve toplum sağlığı açısından son derece önemli olduğu halde çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Çalışmamızın amacı, tıbbi gerekçeler nedeniyle gerçekleştirilen gebelik tahliyesi olgularında ve tıbbi gerekçeler olmaksızın gerçekleştirilen isteğe bağlı yasal gebelik tahliyesi olgularında duygu durum değişikliklerinin (anksiyete ve depresyon) ve cinsel işlev bozukluklarının ne sıklıkta ortaya çıktığını araştırmak ve her iki grup arasında bulguların şiddeti açısından fark olup olmadığını değerlendirmektir.Materyal-Metod: Bu çalışma 2011 yılında temmuz ve ağustos aylarında T.C.S.B Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne başvuran hastalar arasında yapılmıştır. Çalışma grubunu, Aile Planlaması Polikliniği'ne yasal gebelik tahliyesi istemiyle başvuran, 10 hafta ve altında gebeliği olan 50 olgu oluşturmuştur. Aynı tarihlerde Erken Gebelik Servisi'ne tıbbi gerekçelerle (abortus insipiens, inkomplet abortus, fetal anomali, gebelikte teratojen ilaç kullanımı) yatırılan ve gebelik tahliyesi yapılan 50 olgu da kontrol grubunu oluşturmuştur. Çalışma grubundaki olgulardan biri 3. ay kontrolüne gelmediğinden çalışmadan çıkarılmıştır. Her iki grup arasında cinsel işlevler ve duygu-durum değişiklikleri (anksiyete ve depresyon) açısından fark olup olmadığı Glombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği (GRCDÖ), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği (HAD) kullanılarak araştırıldı. Hastalardan işlemden önce cinsel işlevlerini değerlendiren GRCDÖ'yü ve duygu durum değişikliklerini değerlendiren HAD ve BDÖ'yi doldurmaları istendi. Hastalar işlemden 3 ay sonra kontrole çağırılarak tekrar GRCDÖ, HAD ve BDÖ'yi doldurmaları istendi. İşlem öncesinde ve 3.ayda elde edilen veriler grup içi ve gruplar arası karşılaştırıldı.Bulgular: Çalışma grubunda ve kontrol grubunda gebelik tahliyesi sonrasında GRCDÖ'den alınan puanlarda artış oldu. Her iki grup için puanlardaki artış cinsel işlevlerdeki kötüleşmeye işaret etmekteydi ve istatistiksel olarak anlamlı idi (p=0.000, p=0.016).Gebelik tahliyesinden sonra çalışma grubunda tüm alt boyutlarda ve toplam dönüştürülmüş puan ortalamasına göra cinsel işlev bozukluğu tespit edilen hastaların sayısında istatistiksel anlamlı artış olduğu gözlenmiştir (Tüm alt boyutlarda p<0.05). Öyle ki çalışma grubunda işlem öncesinde toplam dönüştürülmüş puan ortalamasına göre cinsel işlev bozukluğu olanların oranı yüzde 63.7 iken bu oran işlem sonrasında yüzde 100 olmuştur. Aynı durum vajinismus alt boyutunda da söz konusu olmuştur. İşlem öncesinde vajinismus alt boyutunda beş ve üzerinde puan alanların oranı yüzde 95.9 iken işlem sonrasında bu oran yüzde 100 olmuştur.İşlem öncesinde ve sonrasındaki 3. ayda her iki gruptaki olgular BDÖ'ye göre depresyon düzeylerine göre karşılaştırıldılar. Kontrol grubunda, işlem öncesinde olguların yüzde 70'inde depresyon yokken işlem sonrasında bu oran yüzde 92'ye yükselmiştir. Çalışma grubunda ise aksine; işlem öncesinde depresyon olmayan olguların tümünde depresyon ortaya çıkmıştır ve işlem öncesinde hafif ve orta düzeyde depresyon tespit edilen olguların oranı işlem sonrasında azalmış, hastalarda genel olarak depresyon şiddeti artmıştır. Çalışma grubunda işlem öncesinde şiddetli depresyonda olanların oranı yüzde 34.7 iken bu oran işlem sonrasında yüzde 87.8 olmuştur. Her iki grup için de işlem öncesinde ve 3 ay sonrasında ortaya çıkan değişiklikler istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0.041). Her iki gruptaki olgular işlem öncesinde ve sonrasında anksiyete durumları açısından HAD ölçeği kullanılarak karşılaştırılmıştır. Kontrol grubundaki olgulardan işlem sonrasında anksiyetesi olanların sayısı azalırken, çalışma grubunda işlem sonrasında bu sayının arttığı görülmüştür. Her iki gruptaki değişiklik istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0.02).Sonuç: Kadın cinsel işlev bozuklukları (CİB) genellikle karmaşık ve çok yönlü bir etkileşim süreci sonrasında ortaya çıkmaktadır. Çalışmamızda cinsel işlevlerin gebelik tahliyesinden sonra belirgin şekilde kötüleştiği ve bu durumun hastanın sosyokültürel özelikleri, depresyon ve anksiyete durumları ile yakından ilişkili olduğu görüldü. İsteğe bağlı düşüklerin kadının psikoseksüel durumuna etkisi ile ilgili çok az bilgi mevcuttur. İsteğe bağlı düşük kavramı; aslında zaten cinsel ve/veya duygusal anlamda yolunda gitmeyen bir ilişkinin sonucu mudur, yoksa sebebi midir sorusunun cevabı bugün için bilinmemektedir. Ülkemizde CİB'in kontrasepsiyon ile yakın ilişkisi göz ardı edilmemeli ve aile planlaması polikliniklerinde hastalara verilen danışmanlık hizmetlerinin kapsamı cinsel yaşamı da kapsayacak şekilde genişletilmelidir.Anahtar Kelimeler: İsteğe bağlı gebelik tahliyesi, cinsel işlev bozukluğu, depresyon, anksiyete ABSTRACTObjective: Induced abortion most of which occurs in developing countries is generally a result of unmet need for contraception. Induced abortions' contribution to maternal mortality and morbidity is critical when it is performed under unsafe conditions or illegal circumstances. In addition to its maternal mortality and biologic morbidity, it has also psychologic and sexual aspects which are generally ignored. However after an abortion; women experience a wide variety of feelings over time, including, for some, sadness and grieving, guiltiness, sinfulness, pessimism about next pregnancies, disturbed self-perception and lose of confidence in their intimate relationships. The aim of our study is to determine the effect of induced abortion on mood and anxiety disorders and female sexualality. Material-Method: In this study patients who administered Etlik Zübeyde Hanım Women's Health Teaching and Research Hospital in july and august 2011. The study group is composed of 50 patients who administered family planning outpatient clinic for legal termination of pregnancy under 10 th week of gestation and the control group is composed of 50 patients whose pregnancies are terminated because of medical reasons such as abortus imminens, abortus incipiens, incomplete abortion, fetal abnormality and teratogenic drug use in pregnancy. One of the patients in study group is omitted since she did not come to the 3rd month control. The groups are compaired for mood disorders (depression and anxiety) and female sexual functions, sequentially by using Beck Depression Scale (BDS), Hospital Anxiety Depression Scale (HAD) and Golombok Rust Inventory of Sexual Satisfaction (GRISS). Patients in both groups are kindly requested to fill the questionaires before and three months after the induced abortion. The data obtained before and three months after the procedure are compared in each group and between the groups. Results: Both in study and control groups the the scores of patients from GRISS increased significantly, which means worsening in female sexual functions (p=0.000, p=0.016).After induced abortion it is found that there is an increase in the number of patients with sexual dysfuntion according to scores of all sub-scales (in all p<0.05). The pre-procedure frequency of sexual dysfunction accordindg to the total scores (63.7%) and vaginismus sub-scale scores (95.9%) raised to 100 percent in both groups after the procedure. In each group, patients are compaired according to frequency and severity of depression by using BDS. In the control group the ratio of depression was lower when compared to the study group. The frequency of patients without depression after procedure was found to be 92 percent in the control group while it had been 70 percent before the procedure. On the contrary, 3 months after induced abortion, all the patients in the study without depression before the procedure either developed depression or the severity of depression was increased in patients who had depression before. The increase in both groups was found to be significant (p=0.041). In study group the ratio of patients with anxiety increased after induced abortion while it was decreased in control group, which was statistically significant (p=0.02).Conclusions: In our study we found that termination of pregnancy impaires female sexual functions and this impairement is more prominent and significant in legal induced abortion group in which mood disorders were more common (p=0.000). It is found that female sexual dysfunction increases significantly with decreasing educational status, increasing severity of sexual dysfunction (p=0.006, p=0.000). Female sexual dysfunction is a complicated concept that is affected by multiple factors during lifetime. It is important to consider the female sexual function as a part of reproductive health and its close relation with contraception. So the opportunity of counseling about sexuality should be provided in family planning services as a part of service delivery for voluntary termination of pregnancies.Key words: Induced abortion, legal termination of pregnancy, female sexual dysfunction, depression, anxiety
Collections