Güvenlik topluluğu yaklaşımının kimliklendirme süreci perspektifinden eleştirisi: Avrupa Birliği'nde güvenlik ve savunma yapılanması
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
Egemen devletler arasında transaksiyonlar ve kurumsal yapılar yoluyla `biz duygusu`nun gelişerek bir `güvenlik topluluğu` oluşturulabileceğini öne süren Güvenlik Topluluğu Yaklaşımı erken dönem İnşacı bir bütünleşme teorisidir. Karl W. Deutsch'un Soğuk Savaş koşullarının belirleyici olduğu bir dönemde Davranışsalcı bir metodoloji ile geliştirmiş olduğu Yaklaşım, Soğuk Savaş sonrasında Uluslararası İlişkiler Teorisi içerisinde hızlı bir çıkış yakalayan Alexander Wendt'in Sosyal İnşacı yaklaşımı çerçevesinde güncellenmiştir. Deutsch'un devletler arasında barışçıl ilişkiler geliştirilmesi için `biz duygusu`na ontolojik olarak atfettiği önem, kendisinden sonra İnşacı literatürde `kolektif kimlik` kavramına yüklenen yapısal belirleyici rol ile devam ettirilmiştir. Buna göre, transaksiyonlar ve daha sonra İnşacı çalışmalar ile önemi ön plana çıkarılan kurumsal yapılar çerçevesindeki sosyalizasyon süreçleri devletler arasında uzun süreli barışçıl değişim beklentilerini mümkün kılacak ve bu ilişki döngüsel biçimde güvenlik topluluklarının sürdürülebilirliklerini sağlayacaktır. Ancak Deutsch'un ABD ile Avrupalı devletler arasında Transatlantik Güvenlik Topluluğu olarak kavramsallaştırdığı söz konusu bütünleşme olgusu Soğuk Savaş sonrasında paradoksal biçimde taraflar arasında özellikle güvenlik ve savunma konularında gerçekleşmekte olan ayrışmayı engelleyememektedir. Bu durum, kolektif kimliğin Yaklaşımda atfedilen ontolojik önceliğe uygun olarak sürekli bir biçimde güvenlik topluluğunu yeniden üretemediğini göstermektedir. Nitekim Avrupa tarafında AB çerçevesinde otonom güvenlik ve savunma arayışları Soğuk Savaş sonrası dönemde artarak devam etmektedir.Bu çerçevede çalışmanın temel argümanı, Yugoslavya'nın dağılması süreci ve 11 Eylül olayları gibi tarihsel dönemeçler çerçevesinde Soğuk Savaş sonrası dönemde Transatlantik Güvenlik Topluluğunda derinleşen bir `çözülme` olduğu, söz konusu çözülmeyi ise Deutsch ve takipçilerinin çıkara dışsal ve sabit bir değişken olarak ele aldıkları `kolektif kimlik` kavramı yerine paylaşılan tehdit ve çıkar algılamalarına önem atfederek sürece vurgu yapan `kolektif kimliklendirme` kavramının açıkladığıdır.Güvenlik Topluluğu Yaklaşımının tutarlılığını artıracağı ortaya konulmaya çalışılan `kolektif kimliklendirme` süreci, Soğuk Savaş döneminin getirdiği istikrara dayalı olarak Transatlantik Güvenlik Topluluğu içerisinde gelişim göstermiş olan AB Güvenlik Topluluğunda ise olumlu yönde seyretmektedir. Ortak güvenlik ve savunma kapasitesi geliştirme arayışını sürdürerek `sıkılaşan` AB Güvenlik Topluluğunun bu süreci kurumsallaşma yoluyla yürütmesi ise Transatlantik Güvenlik Topluluğu içerisinde bir içeri-dışarı ayrımına neden olmaktadır. Güvenlik Topluluğu literatüründe ihmal edilmiş olan söz konusu ayrım ise kolektif kimliklendirme sürecinde Deutsch'dan sonra daha fazla vurgu yapılan kurumsal yapılar yoluyla Güvenlik Topluluğu Yaklaşımının öngördüğü bütünleşme modelinin sürdürülebilirliğine sınama teşkil etmektedir. Yanlışlama yönteminin kullanıldığı bu çalışmanın teoriye temel katkısı, bir bütünleşme teorisi olma iddiasıyla ortaya atılan Güvenlik Topluluğu Yaklaşımının, gerek kolektif kimliğe ve kurumsal yapılara atfettiği oluşturucu rol ve gerekse son aşamasına güvenlik ve savunma konularının da dahil edildiği aşamalı güvenlik topluluğu modeli nedeniyle kendi içerisinde tutarlı bir bütünleşme modeli sunamadığını ortaya koymasıdır. The Security Community Approach is an early Constructivist theory of integration, which proposes that a `security community` can be created among sovereign states by developing a `we-feeling` through transactions and institutional structures. The Approach developed by Karl W. Deutsch with a Behavioralist methodology at a time when the Cold War conditions were decisive, has been updated in line with the assumptions of Alexander Wendt's Social Constructivism which gained a rapid rise in the International Relations Theory after the Cold War. The ontological importance that Deutsch ascribes to the `we-feeling` was also adopted after him with the structural determinant role attributed to the concept of `collective identity` in the Constructivist literature. Accordingly, transactions among states and socialization processes within the framework of institutional structures, the importance of which are highlighted by Constructivist studies, will enable long-term peaceful change expectations among states and this relationship will ensure the sustainability of security communities in a cyclical manner. However, this type of relationship, which Deutsch conceptualized as the Transatlantic Security Community between the USA and European states, paradoxically cannot prevent the transatlantic divide especially in security and defense issues emerging after the Cold War. This situation shows that the collective identity cannot continuously reproduce the security community in accordance with the ontological priority attributed to itself within the Approach. As a matter of fact, the search for autonomous security and defense capacities within the framework of the EU on the European side continues at legal and institutional level in the post-Cold War period.In this context, the main argument of the study is that there has been a growing `divide` in the Transatlantic Security Community in the post-Cold War period within the framework of historical turning points such as disintegration of Yugoslavia and the events of September 11, and that this divide can be conceptualized through `collective identification` which gives importance to shared threat and interest perceptions and emphasizes the process itself, instead of the concept of `collective identity`, which Deutsch and his followers considered as an external and stable variable.The `collective identification` process, which is tried to be demonstrated to increase the consistency of the Security Community Approach, is progressing in a positive way in the EU Security Community, which has developed within the Transatlantic Security Community based on the stability brought by the Cold War period. The fact that the EU Security Community, which is `tightened` by continuing its search for developing a common security and defense capacities, carries out this process through institutionalization causes an inside-outside dichotomy within the Transatlantic Security Community. This distinction constitutes a challenge for the sustainability of the integration model envisaged by the Security Community Approach through institutional structures emphasized more after Deutsch in the collective identification process. In line with these criticisms, the contribution of this study to the theory is that the Security Community Approach, which was put forward with the claim of being an integration theory, cannot offer a consistent integration model within itself due to the constructive role it attributes to collective identity and institutional structures, and the gradual security community model in which security and defense issues are included at last stage.
Collections