Hakikatle ilişkisi bağlamında retorik, ideoloji ve söylem
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
Bu tezde retorik, ideoloji ve söylem çözümlemesi aracılığıyla bilgi ile toplumsal alan arasındaki ilişkinin nasıl biçimlendiğine yönelik felsefi bir sorgulama yürütülmektedir. İncelemedeki üç tarihsel dolayım arasında bir kopuş değil, bilakis anakronizme düşmeyecek biçimde temas varsayılmaktadır. Hakikat kavramını merkeze alarak ilerleyecek olan soruşturmada, bilgi ile toplumsal alan arasındaki karşılıklı ilişki felsefi bir düzleme yerleştirilmektedir. Bilgi ile hakikatin toplumsal olanla ilişkisini tarihsel bir düzlemde ve felsefi olarak çözümlerken, saf bir epistemoloji yapma amacı taşınmamaktadır. Bu nedenle çalışmanın başat disiplini olarak sosyal epistemoloji bağlamına yaslanılmaktadır. Amaç saf bir epistemoloji tartışması yürütmekten ziyade, epistemoloji ile bilgi sosyolojisinin kesişme aşamalarının üç temel kavram eşliğinde eleştirel-tarihsel bir çerçevede ele alınmasıdır.Toplumsal ve politik yapının değişmesiyle bir tür ihtiyaçtan doğan retoriğin felsefi ve tarihsel analizi; değişen dönem, süreç ve nesnel-toplumsal koşullarda Aristotelesçi retoriğin alımlanması ve kullanımında birtakım farklılıklar olabileceğini göstermektedir. Bu farklılıklara rağmen son kertede retoriğe ilişkin ikili bir tanım oluşmaktadır. Bu ikili tanım, bugün, toplumsalın kurulumunda retoriğin varlığı konusunda çözüm sunmaktadır. İdeolojinin felsefi ve tarihsel analizi göstermektedir ki ideoloji, bilimin hakim olduğu somut toplumsal koşullarda, yeni bir bilim olarak ortaya çıkmış olsa bile zamanla bilim karşısına yerleşmektedir. Bilim olan ve olmayan üzerinden getirilen tanımla ideolojinin de retorikte olduğu gibi çifte tasviri ortaya çıkmaktadır. Bu çifte tasvirlerden Karl Marx'ın işaret ettiği negatif yüklü olanın toplumsalın kurulumundaki işlevi dikkatli olmayı gerektirmektedir. Hangi sözceler veya sözceleme biçimlerinin toplumsal alanda hangi etkileri yarattığını çözümlememizi sağlayan söylem analizinin iki ayağı söz konusudur. Bunlardan biri dil felsefesiyken, diğeri Michel Foucault'nun analizleridir. Arkeoloji, soybilim ve etik üçgeninde yer alan söylemin, hakikati veya doğruyu söyleme pratiğiyle ilişkisi toplumsalın kurulumunda etik-politik bir tahayyülü harekete getirir görünmektedir. İçinde yer aldığımız post-hakikat durumunda, retorik, ideoloji ve söylem kavramlarının bize sunduğu olanak ve sınırlılıkları belirlemek çalışmanın temel amacıdır. Bu izleklerin düşünme (theoria) ve eyleme (praksis) biçimlerimizi ne şekilde etkilediğini tespit edebilmek ve toplumsal düzeyde hegemonik eksende işleyen görüşlere ikna edilme sürecine nasıl dahil edildiğimizi kavramak önem kazanmaktadır. This thesis is a philosophical enquiry into how the relationship between knowledge and the social sphere is shaped through the analysis of rhetoric, ideology and discourse. It is assumed that there is not a rupture between the three historical mediations under scrutiny, but rather contact in a way that does not fall into anachronism. In the research, which will pivot around the term `truth`, the mutual relationship between knowledge and the social sphere is addressed on a philosophical plane. While analysing the relationship between knowledge and truth with the social on a historical and philosophical level, it is not aimed to make a pure epistemology. For this reason, the context of social epistemology is relied upon as the dominant discipline of the study. Rather than conducting a pure epistemological discussion, the aim is to discuss the intersection stages of epistemology and sociology of knowledge in a critical-historical framework with three basic concepts. While analysing the relation of knowledge and truth with the social one philosophically and on a historical plane, the objective is to create a pure epistemology.The philosophical and historical analysis of rhetoric, which emerged out of a kind of need with the change in social and political structure, shows that there may be some differences in the reception and use of Aristotelian rhetoric in changing periods, processes and objective-social conditions. Regardless of these differences, in the end, a binary definition of rhetoric emerges. Today, this binary definition offers a solution for the existence of rhetoric in the construction of the social. The philosophical and historical analysis of ideology shows that ideology, even if it emerged as a new science in concrete social conditions dominated by science, eventually settles against science. With the definition based on science and non-science, a double portrayal of ideology emerges, as in rhetoric. Among these double portrayals, the function of the negatively charged one pointed out by Karl Marx in the construction of the social requires caution. There are two pillars of discourse analysis that enable us to analyse which words or forms of speech create which effects in the social sphere. One of them is the philosophy of language, while the other is Michel Foucault's analysis. The relationship of discourse, which is located in the triangle of archaeology, genealogy and ethics, with the praxis of telling the truth or the truth seems to mobilise an ethical-political thought in the construction of the social. The main aim of this study is to determine the possibilities and limitations offered to us by the concepts of rhetoric, ideology and discourse in the post-truth era we are in. It is important to be able to determine how these trajectories affect our ways of thinking (theoria) and acting (praxis) and to grasp how we are incorporated into the process of being convinced of the views that operate on the hegemonic axis at the social level.
Collections