Taş ocaklarının faaliyet sonrası kentsel doku ile entegrasyonu - Cebeci ve Cendere bölgeleri, İstanbul
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
Sanayi devrimiyle beraber büyük farklılaşmalar yaşayan geçiren toplumsal ve sosyo-ekonomik yapı beraberinde kent sisteminin de işleyişinde ve dolayısıyla mekansal fonksiyonlarda ciddi değişimleri tetiklemiştir. Bu çok katmanlı değişimler kentlerin çeperlerindeki kırsal arazilere doğru yayılarak kent makroformunun genişleyen bir yapıya bürünmesine, büyük kentlerin doğmasına yol açmıştır. Sanayi devrimiyle birlikte farklılaşmaya ve genişlemeye başlayan kentsel yapısal doku, son yıllarda küreselleşmenin de etkisiyle çok yönlü insan-bilgi-materyal akışının ivmelenmesiyle birlikte sınırları belli olmayan metropol şehirler yaratmaktadır. Özellikle metropol gibi yoğun hareketlilik ve değişim içerisinde olan kentlerde yapısal doku, doğan yeni ihtiyaçlar neticesinde çeşitli kentsel örüntülerle doğal dokuları bünyesine katarak çeperlerini genişletme eğilimi göstermekte, çevresindeki doğal ya da yapay bütün sistemleri etkisi altına almaktadır.Yapısallaşmanın bu denli hız kazanıp çevre dokular üzerinde hakimiyet kurması, kentsel boşlukların sürdürülebilir kentsel gelişime katkı sağlayacak şekilde değerlendirilmesinin önemini arttırmıştır. Özellikle sanayi devrimiyle birlikte kent yapısı içerisinde nitel ve nicel artış gösteren, ancak ilerleyen zamanın gereksinimleri doğrultusunda terkedilen, kentsel boşluklara dönüşen kimi endüstriyel alanların kent sistemine geri kazandırılmasıyla ilgili çalışmaların son onyıllarda artış göstermesi kent içerisinde degrade ve atıl kalmış alanların kent sisteminin işleyişini olumlu yönde etkileyecek potansiyelleri olduğunu göstermektedir. Taş ocakları sanayi tesislerinden farklı olarak yapısal dokudan uzak alanlarda faaliyete başlayan, ancak zaman içerisinde kent makroformunun genişlemesi ile birlikte yerleşim yerlerine yakın, hatta yapısal doku ile çevrelenmiş alanlara dönüşmektedir. Dolayısıyla faaliyet sonrasında bu ocakların kentsel doku ile entegrasyonunu sağlayacak onarım çalışmalarının gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Taş ocaklarında faaliyet sonrasında geride kalan alanın yeniden işlevlendirilmesi hem doğal sistemlerin devamlılığını destekleyecek hem de yoğun yapısallaşmış kent dokusu içerisinde sosyal ve ekonomik yönlerden arazinin değerlendirilmesini sağlayacaktır. Kentsel büyümenin ivmelendiği günümüzde, literatürde sıkça karşılaşılan taş ocaklarında faaliyet sonrasında doğa onarımına değinen çalışmaların yanısıra ocakların kentsel doku ile entegrasyonunu sağlayacak yönde de gerçekleştirilen çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Bu çalışma, kentsel gelişimin sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda faaliyeti sonlandırılmış taş ocaklarının peyzaj potansiyellerinin tespitini ve bu potansiyeller doğrultusunda taş ocaklarının kentsel doku ile entegrasyonun sağlanmasına yönelik uygun kullanım tiplerinin önerilmesini sağlayan model geliştirmektir. Bu amaç doğrultusunda çalışma alanının kent makroformundaki değişiklikler ve bünyesindeki taş ocaklarının varlığı dikkate alınarak İstanbul ili sınırları içerisinden seçilmesi tercih edilmiş, yerleşim alanlarının zaman içerisinde ocakların yakınına geldiği Cebeci Agrega Havzası ve Cendere Vadisinde bulunan taş ocakları çalışma alanları olarak belirlenmiştir. Çalışma alanlarını içeren bölge hem mega projelerin etkileşim alanı içerisinde hem de güneyden gelen yapısallaşma tehditi altındadır, öte yandan önemli tarım, orman ve sulak alanlar ile çevrelenmektedir. Tez çalışması literatür destekli kentsel büyüme ve yeşil alan ilişkisini ortaya koymakta, kent makroformunun değişimine etki eden faktörleri inceleyerek kentleşme kavramının İstanbul üzerinden okumasını gerçekleştirmektedir. Ayrıca, kahverengi alan kavramı ve kahverengi alan tipi olarak taş ocaklarının onarım tekniklerine değinilmiş, taş ocaklarının onarımına ve kent dokusu içerisindeki yerine değinen ulusal ve uluslararası yasal ve yönetimsel boyutlar irdelenmiş, uluslararası örnek projeler üzerinden taş ocaklarının onarım türleri incelenmiştir. Çalışmanın devamında ise gerçekleştirilen görüşmeler ve okumalar doğrultusunda taş ocaklarının ekolojik, sosyo-kültürel ve ekonomik potansiyellerini ortaya çıkaracak parametre kümeleri oluşturulmuştur. Bu parametrelerin çarpım katsayılarının belirlenebilmesi amacıyla tasarım disiplininden uzman kişilerle anket çalışması gerçekleştirilmiştir. Aynı zamanda çalışma alanında bulunan taş ocaklarının fiziksel ve çevresel özellikleri bilgisayar destekli program aracılığıyla sayısal verilere dönüştürülmüştür. Elde edilen sayısal verilerin 5'lik kademelendirmesi yapıldıktan sonra bu sayılar ile anket çalışmasından elde edilen katsayıların çarpılmasıyla bir karar matrisi elde edilmiş ve bu matrisin sonuçlarından taş ocaklarının potansiyellerinin değerlendirilmesi sağlanmıştır. Taş ocakları hem kendi aralarında karşılaştırılarak hem de kendi iç potansiyelleri açısından değerlendirilerek uygun kullanım türü önerilerinde bulunulmuştur. Çalışma sonucunda elde edilen en dikkat çekici verilerden biri, taş ocaklarının birbiri ile tek tek kıyaslanmalarından ziyade bulundukları bölgeye göre gruplar halinde kıyaslanmaları sahip olduğu avantajlar yönünden daha verimli yorumların yapılabileceğidir. Konumları ve büyüklükleri birbirine yakın olan ocaklarda benzer potansiyel değerlerine ulaşılmaktadır. Ancak farklı konum ve boyuttaki taş ocakları ile yapılan kıyaslamalar taş ocağı bazında değil, bölge bazında potansiyellerin yorumlanabilmesine uygundur. Diğer önemli bir sonuç ise, çalışılan yedi taş ocağında peyzaj bütünlüğü açısından değerlendirilebilirliğinin yapısallaşmaya uygunluğu değerine kıyasla çok daha kuvvetli yöne sahip olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla taş ocaklarının ekolojik yönden kuvvetli planlamalar ile kentsel sıçramaya bariyer olabilecek şekilde değerlendirilmeleri mümkündür. With the industrial revolution, the social and socio-economic structure that underwent major differences triggered serious changes in the functioning of the urban system and thus in spatial functions. These multi-layered changes spread to the rural areas on the periphery of the cities, leading to the expansion of the urban macroform and the emergence of large cities. The urban structural texture, which began to differentiate and expand with the industrial revolution, has created metropolitan cities such as Istanbul city, which is on its way to becoming a world city. with unclear boundaries with the acceleration of multi-faceted human-information-material flow and the effect of globalization in recent years. Especially in metropolitan cities which are in dense mobility and change, structural texture tends to expand its walls by incorporating natural patterns with various urban patterns as a result of the new needs arising and affects all natural or artificial systems around it. Industrial plants have increased qualitatively and quantitatively within the urban structure with the industrial revolution. But some of them become abandoned in accordance with the requirements of later time. Abandoned industrial plants turned into urban gaps, voids. The fact that the structuralization gained so much speed and dominated the surrounding textures increased the importance of evaluating the urban gaps in a way to contribute to sustainable urban development.Due to this fact, academic studies on the evaluation of urban gaps caused by industrial plants, areas have increased in recent years. These studies show that degraded and unpruductive areas within the city have the potential to positively affect the functioning of the urban system. Additionally to industrial plants, stone quarries also have increased qualitatively and quantitatively within the urban structure with the industrial revolution to meet the increasing raw material requirement. Stone quarries which provide the production of aggregate, the raw material of the industry, also contribute to the national economy. On the other hand, quarries cause destruction on natural environment at different rates according to the type of operation. Unlike industrial plants, quarries have been operating in areas away from the structural texture in line with the legal frameworks, however the growth and the expansion in the urban macroform, the quarries are transformed into areas close to the settlements and even surrounded by the structural texture. Thus, they cause harm to the social environment as well as the natural environment. Therefore, the necessity of reclamation of post-operated quarries enable the integration of these quarries with the urban texture. The re-functionalization of the area left after the operations in the quarries will both support the continuity of the natural systems and enable the evaluation of the land in social and economic aspects within the densely structured urban fabric. Today, urban growth continues to accelerate. Such in this case, there is a need to works to ensure the integration of quarries with urban tissue as well as the presenting of frequent academic studies on nature restoration of post-operated quarries.The spreading urban texture seems inevitable as long as the world population continues to increase. One of the requirements of a prosperous life is the provision of conditions for sustainable cities. Considering that every square meter is very valuable both in economic and ecological terms in the dense urban texture, it is understood that the importance of evaluating the post-operated stone quarries in a way to support the surrounding tissues which are not reclaimed in the urban fabric and remaining as an inert area and evaluating them.The aim of this study is to determine the landscape potentials of quarries whose activities have been terminated in line with the sustainability principle of urban development and to develop a model that proposes the appropriate usage types for the integration of quarries with urban texture. In this context, a literature study was conducted, experts were interviewed about the subject, news publications were examined, local and international regulations were examined. In accordance to the purpose of this study and as a result of the investigations, Cendere and Cebeci regions in Istanbul has been determined as study areas. Taking into consideration the changes in the city macroform and the presence of quarries within the city, it was preferred to select the study area within the boundaries of Istanbul metropolitan city and the quarries in Cebeci Aggregate Basin and Cendere Valley where the settlements came close to the quarries, were identified as studying areas. The whole area which includes the study areas is both the interaction area of mega projects of Istanbul and threatened by structuralization from the south, on the other hand it is surrounded by important agriculture, forests and wetlands.The study area is both within the interaction area of mega projects and under the influence of structuralization from the south. It is also located in the middle of the important agricultural, forest and wetlands for Istanbul. In this case, it is suggested that Cebeci Aggregate Basin and Cendere Valley regions has great potentials to enrich the sustainability of urban growth. This thesis reveals the relationship between urban growth and green space, and examines the factors affecting the change of urban macroform and makes urbanization read through Istanbul. In addition, the concept of brown area and as a brown area type, reclamation techniques for stone quarries are discussed, national and international legal and managerial dimensions referring to the reclamation of quarries and their place in the urban fabric are examined, and the varieties of reclamation of quarries aimed various land usages are examined through international sample projects. In the continuation of the study, in accordance with the interviews and readings, questionnaires were conducted with experts from the design discipline in order to determine the multiplication coefficients of these parameters by forming the ecological, socio-cultural and economic potentials of the quarries. At the same time, the physical and environmental characteristics of the quarries in the study area were converted into numerical data by means of computer-aided program. After 5 steps of numerical data were obtained, a decision matrix was obtained by multiplying these numbers with the coefficients obtained from the survey. Evaluation of the potential of quarries was obtained from the results of this matrix and quarries were compared both among themselves and evaluated in terms of their internal potentials and suggested suitable usage type.One of the most remarkable data obtained from the study is that the quarries can be compared in groups by region rather than the individual quarries. Similar potential values are reached in quarries whose locations and sizes are close to each other. However, comparisons with quarries of different locations and sizes are suitable for interpreting potentials on the basis of region, not on quarry basis. Another important result is that the evaluability of the seven quarries in terms of landscape integrity has a much stronger direction compared to its suitability for structuralization. Therefore, it is possible to evaluate the quarries as a barrier to urban splash with strong ecological planning.In the light of the findings obtained from this study, it is hoped to shed light on the future scenarios for the reclamation studies of the post-operated stone quarries which can be defined as one of the brown field types and ensure the enhancement of sustainable urban growth especially in the cities that expand thier boundaries by acceleration.
Collections