İntrauterin gelişme geriliğinde human plasental growth hormon seviyelerinin belirleyiciliği
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
VII - ÖZET: Fetal gelişim çok sayıda fetal, maternal ve plasental kaynaklı faktörlerin etkileşimi ile regüle edilen karmaşık ve dinamik bir süreçtir. Bu sebeple lUGG'nin patogenezi karmaşık ve multifaktöriyeldir. Çalışmamızda, 22-42. gebelik haftaları arasındaki İUGG olan gebelikler ile kontrol grubu olarak da rutin takibe gelen gebeler ele alınmıştır. Tüm çalışma grubunda maternal hormon düzeyleri (PGH, AFP, E3, hCG ve GH), ultrasonografik incelemeleri ile grupların plasentalarının makroskopik ve mikroskopik incelemeleri yapıldı. Tüm grupların yaşları, doğum sayıları, çalışmaya dahil edildikleri gebelik haftaları, BMl'leri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Sonuç olarak; Tüm İUGG ve kontrol grubu ortalama serum hormonal düzeyleri (PGH, AFP, E3, hCG, GH) karşılaştırıldığında PGH, AFP, hCG, GH düzeyleri açısından anlamlı bir farklılık saptanmazken, E3 düzeylerinin İUGG grubunda anlamlı olarak daha düşük olduğunu gördük. Ortalama gebelik haftalarının istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermediği İUGG ve kontrol gruplarının gebelik haftalarının, hormonal parametreler üzerine olan muhtemel etkisini araştırmak ve bu durumun daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla çalışmaya dahil edilen İUGG ve kontrol grupları 33 haftanın altındaki ve 33 hafta ile üzerindeki gebelik haftasındaki gebeler olarak iki ayrı gruba ayrıldı. Bu şekilde erken ve geç gebelikteki hormonal değerler ayrı ayrı karşılaştırıldığında 33 haftadan küçük olan grupta anlamlı bir fark saptanmazken, 33 hafta ve üzerinde olan grupta İUGG grubu gebelerin PGH ve E3 seviyelerinin anlamlı olarak kontrol grubundan düşük olduğu görüldü. İUGG ve kontrol grupları doğum haftaları, yenidoğan kiloları, apgarları ve boyları açısından karşılaştırıldığında; İUGG grubunda bu kriterlerin daha düşük düzeylerde saptanmasının istatiksel olarak anlamlı olduğu görüldü. Her iki grubun amniyon sıvı indeksleri karşılaştırıldığında İUGG olan grupta indeksin anlamlı olarak düşük olduğu saptandı. Doğum şekilleri 99açısından karşılaştırıldığında, sezaryen olan olgu sayısının İUGG grubunda daha fazla olmasının istatistiksel olarak anlamlı olduğu görüldü. Plasentanın grade 2-3, hidropik görünümünün saptandığı olgu sayısının da İUGG grubunda artmış olmasının istatiksel olarak anlamlı olduğu görüldü. Preeklampsi görülen olgu sayılarının İUGG grubunda daha fazla olduğu görüldü. Preeklampsi olan ve olmayan İUGG grubunu hormonal parametreler açısından karşılaştırdığımızda hCG düzeylerinin artmasının istatiksel olarak anlamlı olduğu görüldü. İUGG grubunda preeklampsi tanısı alan gebeler ile preeklampsi olmayan kontrol grubu olguları karşılaştırıldığında ise, E3 düzeylerindeki düşüklüğün ve hCG düzeylerindeki yükselmenin istatiksel olarak anlamlı olduğu görüldü. Her iki grubun plasental ağırlıkları karşılaştırıldığında İUGG grubu plasentalarının anlamlı olarak daha küçük olduğu görüldü. Ancak plasental ağırlıklar ile hormonal parametreler arasında anlamlı korelasyon saptanmadı. İUGG grubundaki yenidoğanların vücut ağırlıkları ile normal bir yenidoğanm gebelik haftasına göre %50 persentilde olması gereken vücut ağırlıkları esas alınarak aradaki farkın yüzdesi hesaplandı. Böylece İUGG mevcut olan yenidoğanların vücut ağırlığının yüzde ağırlıklarının ortalama değerden uzaklaşma oranı bulundu. Bu hesaplamaya göre vücut ağırlığından uzaklaşma oranı ile E3 düzeyleri arasında negatif yönde anlamlı korelasyon saptanırken, diğer hormonal parametreler arasında anlamlı bir korelasyon bulunmamıştır. Plasentanın patolojik incelemesinde ise, trofoblastik proliferatif aktivite açısından iki grup arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı. Aynı zamanda kronik enflamasyon bulguları açısından iki grup anlamlı bir farklılık görülmezken, uteroplasental vasküler patoloji ve koagulasyon patolojileri açısından İUGG grubundaki olgu sayısının fazlalığı istatiksel olarak anlamlı bulundu. Sonuç olarak, İUGG patogenezinin oldukça karmaşık ve multifaktöriyel olduğu unutulmamalıdır. Etiyolojide yer alan fetal, plasental ve maternal faktörlerin aydınlatılabilmesi için daha fazla sayıda çalışmaya ihtiyaç ıooduyulmaktadır. Çalışmamızda 33 haftadan sonraki gebeliklerde PGH salgısının anlamlı olarak kontrol grubundan daha düşük olması bu testin ileride bir tarama testi olarak kullanılabileceğini düşündürmektedir. Olgu sayısının daha da arttırılması durumunda bu ilişkinin 33 haftadan daha küçük gebeliklerde de geçerli olabileceğini düşünmekteyiz. Bu nedenle PGH tayininin, multifaktöriyel etiyolojiye sahip olan ve tanı konusunda bir çok tartışmaları içeren intrauterin gelişme geriliği patogenezinin önemli bir grubunu oluşturan plasental nedenlerin araştırılmasında önemli bir test olabileceğini düşünmekteyiz. ıoı
Collections