Doğu-batı ilişkileri ve nükleer güç
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
216 ÖZET Uluslararası ilişkiler, adına `devlet` dediğimiz siyasi toplumların davranışlarından kaynaklanır. Uygarlaşma sürecinin do ruk noktasında yer alan devlet örgütü, yapısı ve işlevi bakımından, potansiyel bir güç kaynağıdır. Devlet, bireylerin istek ve irade leri ile kurulan, fakat birey ler-üstü ayrıcalıklara sahip bir or gandır. Bu organ, kendisini meydana getiren unsurların amaç ve bek lentilerine cevap verebilmek için eylem özgürlüğü ve yaptırım gü cü ile donatılmıştır. Toplumların uygarlaşma ve uluslaşma süreci farklı ortamlar da cereyan ettiği için, bu süreç sonunda oluşan her devlet, bir diğerinden farklıdır. Her devlet örgütü, iç dinamikleri ve dış gö rünümü bakımından, kendine özgü bir yapıya sahiptir. Toplumların sürekliliği ve gelişmesi, devlet organının bu özgün yapısının ko runmasına bağlıdır. Bu yapıyı korumak için toplumlar çeşitli `tü tünüm ideolojileri` ve `savunma mekanizmaları` geliştirirler. Bu iki unsur, yani `tutunum ideolojisi` ve `savunma mekanizması` bazı moral ve fiziki değerlere atıf yapılarak yaratılır. Toplumları da ğılmaktan koruyan ve organik bütünlük içinde tutan bu değerlere biz, devletin `birlik bağı` diyoruz. Her devletin birlik bağı birbirinden farklı olmak zorunda dır. Eğer bu olmazsa, toplumların ayrı ayrı devlet çatıları altın da örgütlenmelerine gerek kalmaz. Toplumlar arasında ulus-devlet bilinci ortaya çıkıncaya kadar, bu `birlik bağı` bazan `kandaşlık` bazan `dindaşlık` ve bazan da `dil birliği` şeklinde kendini gös terir. Antik Çağ lar' da ve Roma Toplum Düzenin' de de, devlet kav-217 ramına rastlamaktayız, fakat bunların hiç birinde, devlet` in sü rekli bir sınırı yoktur. 19. yüzyıl' da, Avrupa'da hüküm süren iç savaşlar sebebiyle, insanları binlerce yıldan beri bir arada tutmayı başaran `kan, din ve dil` birliği gibi unsurlar, büyük yara alır ve toplumlar kendilerine yeni, `tutunum ideolojileri`, ararlar. 19. yüzyıl 'da, önce `milliyet` esasına göre başlayan ör gütlenme faaliyetleri, Fransız Devrim' inden sonra^ `ulusçuluk` şekline dönüşür ve böylece, uluslararası ilişkilerin kaynağını oluşturacak olan, modern devletler ortaya çıkar. Bu devletlerin en büyük özelliği, `amaç ve eylem birliği` dışında, her hangi bir türdeşlik göstermemeleridir. Bu bakımdan, sadece `amaç ve eylem birliği` ile sınırlandırılmış olan çağdaş toplumlar, büyüyen ve gelişen iç dinamiklerin ihtiyaçlarını karşılamak için, kendileri ne ulusal sınırlar dışında, yeni faaliyet alanları ararlar. Dev let örgütü aracılığıyla yürütülen bu faaliyetlere, `siyaset` di yoruz. Siyasi toplumlar, yapısal ve örgütsel nitelikleri gereği, sürekli bir değişim içindedirler. Çağımızda, teknolojinin geliş mesi ve iletişim araçlarının yaygınlaşması sebebiyle, devletlerin ulusal sınırları içten ve dıştan, sürekli olarak zorlanmaktadır. Toplumlar, ulusal sınır tanımayan bu zorlamalara karşı, ulusal ve uluslararası moral değerleri kullanarak, bir takım önlemler alırlar. Bu önlemleri kapsayan ve karşılıklı olarak gelişen faali yetlere `diplomasi` denir. Atom Çağı'na girinceye kadar, uluslar lara sı tüm faaliyetlerin,` diplomas i` yoluyla yürütüldüğünü görüyoruz. Ancak nükleer gücün ortaya çıkışıyla, bu tip ilişki ve fa aliyetlerin tabanı, büyük ölçüde değişikliğe uğrar.218 Toplumlar, varlıklarını korumak ve amaçlarına ulaşmak için örgütlenmekle yetinmeyerek, örgütler-arası bağlaşmalara da ihtiyaç duyarlar. Bu bağlaşmalar, modern toplumlarda devletler düzeyinde, geçmiş dönemlerde ise, daha küçük sosyal birlikler ara sında, gerçekleştirilir. Eski dönemlerdeki bağlaşma hareketlerine örnek olarak, Hititler ile Mısırlılar arasında yapılan, Kadeş Ant laşması, gösterilebilir, t.ö. 1296 yılında gerçekleştirilen bu Ant laşma, içeriği bakımından, tipik bir `savunma ittifakı`dır. Toplumların uluslaşma süreci ile bağlaşma hareketleri ara sında, ilginç bir paralellik var. Ulus-devletlerin sayısı arttık ça, bağlaşmalara taraf olan devletlerin sayısında da artış gözü kür. Toplumların, belli bir coğrafi sınıra sahip olmaları gerek tiği, yolundaki düşüncelerin yaygınlaşmasından sonra,toplumlar-arası ilişkiler kurumsallık ve süreklilik kazanır. İlişkilerin süreklilik kazan ması, devletler-arası bağımlılıkları artırır. Her hangi bir dış tehlike karşısında, benzer değerlere atıflar yapılarak, ulusal amaçlar özdeşleştirilir ve eylem birliği sağlanır. Böylece dev letler, merkezi bir `birlik bağı` etrafında toplanarak `blok` o luş t ur ur la r. Devletlerin, belli bir `merkezi birlik bağı` etrafında toplanmaları, yani blok oluşturmaları, sürekli bir olgu değil dir. Bu olgunun süreklilik kazanabilmesi için, ulusal birlik ba ğını da içeren, daha üstün, veya daha güçlü bir `birlik bağı`nın yaratılması gerekir. Nükleer dönem öncesi bağlaşmalarda, bu tip birlik bağları diplomasi manevraları ile empoze edilir ve profes yonel savaş tekniklerine göre değerlendirilir. 1945 'ten sonraki uluslararası ilişkilerde, bu manevralarının yerini, nükleer güç alır.219 Siyasi toplumlar arasındaki bloklaşmalar, bir anda meyda na gelen olaylar değildir. Bugün Doğu ve Bat ıolarak adlandırı lan bloklar da, bir anda oluşmuş değildirler. Doğu-Batı bloklaş masının başlangıcı, çok eski dönemlere kadar götürü leb i lir. Mo dern anlamda olmasa bile, Antik Çağlar'da da, bu tip ayırımlar mevcuttur, örneğin Troya Savaşları 'ında, Akha'lar Batı'yı, Tro- ya'lılar ise Doğu'yu temsil ederler. Peloponez Savaşlar 'ında Ati na'lılar Batı,yı> Persler ve Anadolu Krallıkları da Doğu'yu temsil ederler. Makedonya'lı İskender, Doğu Uygarlık lar' ından öç olmak için Persapolis'i ateşe verir. Selçuklu' lar ile Haçlı 'lar arasın daki çekişmeler de Doğu-Batı şeklinde cereyan eder. Doğu-Batı Kavramı 'nın politik nitelik kazanması ve Avru pa Devletler'i tarafından vurgulanması, 1856 Kırım Savaşı 'ndan sonra başlar. Kırım Savaşı'na kadar, Avrupa genelinde yapılan, tüm önemli antlaşmalara katılan Rusya, bu tarihten sonra, sistem li bir şekilde Avrupa'dan soyutlanır. Avrupa Devletleri 'nin Sov yetler1 i bir dış unsur olarak algılaması, kıtasal iç dinamikle rin faaliyete geçmeleri için de gereklidir. Ayrıca, 20 yıl ara ile meydana gelen iki büyük savaşın, Avrupa Topraklar 'ında cere yan etmesi, bu devletler arasında, `Avrupa Bilinci`nin kökleşme sine yol açar. İkinci Dünya Savaş 'i süresince, Mihver Güçler' in susturulması için Sovyetler, adeta, Avrupa'ya davet edilir. Sa vaş' tan sonra iş-birliğini gerektiren karşıt unsur ortadan kal kar, ancak Avrupa'nın politik çehresi artık değişmiştir. Sovyet ler, savaşın hemen sonunda, Doğu Avrupa ve Balkanlar 'da başlat tığı politik yatırımlardan vaz geçmek istemez ve çatışma kaçınıl maz olur.220 İkinci Dünya Savaşı 'nın Bağlaşık Güçler lehine noktalan masının en önemli etmeni, kuşkusuz nükleer güçtür. Nükleer gücün ortaya çıkışı, toplumları üç bin yıldan beri yöneten ve yönlen diren entellektüel değerler sisteminin alt üst olmasına sebep olur. Tabular yıkılır, tarihin seyrini değiştiren büyük adam ima jı değişir ve diplomasi manevraları ile uzun süre susturulan güç olgusu, tarih sahnesine, yeniden gelir. İkinci Dünya Savaş'ı, Versailles Düzeni ile susturulan Almanya'nın, bu düzeni getiren devletlerden, öç alma duygusuyla başlar. Şar İman ve Napolyon'u savaştan savaşa sürükleyen `yüce devlet` ihtirasına Hitler de kapılır ve sahip olduğu üstün tank gücü ile, çevresindeki tüm devletleri işgal eder. Profesyonel sa vaş ihtiraslarının hepsini deneyen Hitler Almanya'sı, 1945 'de teslim olur ve Almanya, başı koparılmış bir ceset gibi, savaşın galipleri tarafından masaya konur. Bu olay, 1871` de, Bismark ile başlayan ve Avrupa'da güdümlü bir mermi gibi yükselen Almanya' nın ikinci defa susturulmasıdır. 1945 yılı sonunda, Avrupa'nın siyasal çehresinde meydana gelen değişiklikler, çalışmamızın. konusu olan Doğu-Batı ilişki leri için, tükenmez bir kaynakdır. Bu savaş sonunda, uluslarara sı ilişkilerin temeli büyük ölçüde değişikliğe uğrar. İttifak düşüncesi ve dış politika davranışları, değişikliğe uğrar. Al manya'nın ikiye bölünmesiyle, A.B.D. ve Sovyet saflarında başla yan politik ayıklanma, bir süre sonra kutuplaşmaya dönüşür. Sov yetler, sistemin tek nükleer devleti olan A.B.D. 'nin, Avrupa'da- ki varlığından rahatsız olmaya başlar. A.B.D. ise, Avrupa'dan so yutlanamaz, çünkü, öteden beri zihinlerde taze tutulan `Avrupa`221 îmajı A.B.D. ile özdeşleşir ve Sovyetler karşısında, `Batı Bi linci` nin temsilcisi haline gelir. Avrupa'nın, savaş sonunda, A.B.D. ile özdeşleşmesi ve dış dünyaya A.B.D. 'nin gözü ile bakmasının başlıca sebebi, bu ülke nin nükleer güce sahip olmasıdır. Almanya'nın tesliminden sonra, A.B.D. nükleer güce sahip olmasaydı, Avrupa Devletler 'inin Sov yetler 'den önce, bu ülke ile çatışmak zorunda kalacakları, ra hatlıkla söylenebilir. 1949 yılı ortalarına kadar, Sovyet ler' in Doğu Avrupa 'daki varlığı, Batı'lı Devletlerin, fazla dikkatini çekmez. Fakat Sovyetler'in Ağustos 1949 'da ilk nükleer bombayı patlatması başta A.B.D. olmak üzere, tüm Avrupa Devletleri 'ni endişeye şevke der. Sovyetler'in nükleer silaha sahip olmasından sonra, Avru pa' daki tüm sorunlara iki nükleer devletin gözü ile bakmak zorun lu olur. Sovyetler'in temsil ettiği ideolojik birlik bağına, nük leer güç de eklenince, bloklar arasındaki ilişkiler, güç politi kasına dönüşür. Sovyetler'in Doğu Avrupa ve Balkanlar 'da daha önce başlattığı `ideolojik entegrasyon` hareketi, 1950 'li yılla rın başından itibaren `assimilasyon` şeklinde sürer. Sovyetler'in Orta Avrupa'da gittikçe artan etkisine karşı Batı 'da NATO kuru lur ve Avrupa, Sovyetler ile A.B.D. arasında iki nükleer etki alanına bölünür. 1955 'te, Warsova Pakt'ının kurulmasıyla, Doğu- Batı arasında hem ikili hem de örgütsel düzeyde, güç yarışı baş lar. Doğu ile Batı arasında başlayan nükleer güç yarışı, 1960 'lı yıllara kadar, ülkeleri kıtasal düzeyde tehdit edecek düzeyde değildir. A.B.D. tarafından Hiroşima ve Nagasaki 'de kullanılan222 nükleer silahların etkisi, uzun süre, hafızalardan silinmez. U luslararası ilişkilerdeki geleneksel manevra özgürlüğü kısıtlanır ve devletler arasındaki çok merkezli güç odakları, iki kutuplu sisteme dönüşür. Kore Savaşı bunun ilk örneğidir. `Soğuk savaş dönemi` olarak adlandırılan 1950'li yılların sonuna doğru, Sov yetler 'in `Sputnik` programı ile nükleer teknolojide yeni bir dö nem başlar. Kıt'aları doğrudan vurabilecek füzeler, uzun-menzil li uçaklar ve aynı anda birden fazla hedefi vurabilecek, nükleer silah başlıkları hizmete sokulur. A.B.D., ilk nükleer devlet ola rak, güç üstünlüğünü kaybetmemek, Sovyetler ise, A.B.D. 'ye yetiş mek amacıyla, hızlı bir nükleer yarış içine girerler. Taraflar, bir yandan bu yarışı sürdürürken, diğer taraftan da, silahlanma nın ilerideki boyutlarını düşünerek, önlem alınmasını da isterler. Ancak bu girişimler, 1962 Küba Olayı'na kadar, geleneksel diplo masi manevralarından öteye gitmez. 1962 Küba Bunalım'ı, Doğu-Batı ilişkileri için bir, dönüm noktası olur. 20 yıldan beri sonuç alınamayan silahsızlanma konu sunda, taraflar, ilk defa sorunun ciddiyetine inanarak, masaya oturmak zorunda kalırlar. 1950 'den beri birbirlerinden ayrılarak uzaklaşan iki süper güç, zirvede bir birine yaklaşır ve yeni bir düzen aramaya başlarlar. Bu, tarihin seyrini büyük ölçüde etkile yecek olan, `nükleer düzen`dir. Tarihin hemen her döneminde olduğu gibi/ çatışmalar kural ları ihlâl edilmesi de çatışmaları meydana getirir. Bu genelle me, Küba Çatışması için de geçerlidir, ancak nükleer düzen, dip lomasi manevraları ile kurulan düzenlerden çok farklıdır. Nükleer gücün diplomasi manevraları ile aşılması mümkün değildir ve bu223 gücün başladığı yerde politikaya da yer yoktur. Bu realite, üzün süre anlaşılamaz ve kurallar lehine getirilmek istenen kısıtla malar, nükleer güce sahip taraflar arasında, zincirleme sorunla ra sebep olur. Küba Olayı'ndan sonra, Doğu-Batı arasında başlayan yumu şama, iki kutuplu sistemin alt-etkenlerine de yansır. Orta Avru pa'da, başta Batı Almanya olmak üzere, blok-içi ülkeler arasın da, görüşmeler başlar, örgütsel, çok taraflı ve ikili düzeyde sürdürülen bu görüşmelerden alınan ilk olumlu sonuç, 5 Ağustos 1963' te imzalan `Nükleer Denemeleri Sınırlandırma` antlaşmasıdır. Bundan sonra, birbirini izleyen antlaşmalar şöyle sıralanabilir: - 20 Haziran 1963 'te, Washington-Moskova arasında `Acil Telefon Antlaşması `. - 27 Ocak 1967 `Dış-uzay ve Atmosferde Nükleer Faaliyetlerin Yasaklanması Antlaşması`. - 1 Temmuz 1968 `Nükleer Silahların Yayı İmasını Önleme Anlaşması `. - 11 Şubat 1971, `Deniz-dibi ve Yeraltına Nükleer Si lah Yerleştirmeyi Yasaklayan` antlaşma 1ar. - 30 Eylül 1971'de A.B.D. ile Sovyetler arasında imza lanan `Nükleer Kazaları önleme Antlaşması`. - 10 Nisan 1972, `Biyolojik Silahlar Protokolü`. - 26 Mayıs 1972 `SALT I Geçici Antlaşma`sı ile birlik te imzalanan `Füze-savar Silahları Önleme Antlaşması `. - 18 Haziran 1979; da A.B.D. Başkanı Carter île Sovyet Pres idyum Başkanı Brejnev arasında imzalanan, fakat A.B.D. Senatosu tarafından onaylanmayan `SALT II(St- ratejik Silahların Azaltılması` Antlaşması. Doğu-Batı arasında cereyan eden görüşme ve ilişkileri, iki bölümde ele almak mümkündür. Birincisi örgütsel düzeyde,224 ikincisi ise ikili düzeydedir. NATO ile Warsova Pakt'ı arasında 1968 'de başlayıp 19 71' den beri süren görüşmeler örgütsel düzey de, SALT I, SALT II ve START görüşmeleri ise, ikili ve stratejik düzeydeki ilişkilere örnektir. 22 Kasım 1972 ve 15 Ağustos 1975 tarihleri arasında devam eden Helsinki Görüşmeleri, nükleer düzenin sosyo-politik sonucu olarak değerlendirilebilir. Avrupa' daki orta-menzilli nükleer güç dengesi ile ilgili, ikili düzey de sürdürülen (I.N.F.) görüşmeleri ise, START görüşmeleri nin yan-ürünüdür. Nükleer güç, çağımıza özgü bir olgudur. Siyasi toplumla rın nükleer dönem öncesi politik davranışları, geleneksel ve biri- kimsel değerler sisteminden kaynaklanır. Nükleer güç, bu davra nış ve birikimsel değerlerin niteliğini ve tabanını değiştirmiş tir. Nükleer dönemin ilk on yılına kadar, devletler; dış politi ka davranışlarında, geleneksel diplomasinin etkisinden kurtula mazlar, Küba füzeleri sorununun `bunalım` şekline dönüşmesinde, nükleer düzen yokluğunun büyük payı vardır. Devletler, özellikle nükleer güce sahip olmayan ülkeler, nükleer güce sahip olduktan sonra her türlü sorunlarının sona ereceğini sanmaktadırlar. Bizce bu, büyük bir yanılgıdır; çünkü nükleer güç, politik bir amaç de ğil, teknolojinin sonucudur. Bu hassas noktayı görmeme zlik ten ge len pek çok aydın, nükleer silahlar yok edilirse, barış ve mutlu luğun geleceğini hayal etmektedirler. Teknolojinin getirdiği so nuçlardan yararlanmak her toplum için bir hak ve zorunluluk ise, devletlerin, teknolojiden kaynaklanan bir güce sahip olmaları, ne den hak sayılmasın. 225 SUMMARY International relations are accepted to have been originated in the interactions of political societies called `states`. The state, resulted in the very summit öf socialisation process, is the potential source of power with its functions and structure. State is also the immu nized and accepted unity posessing some claims beyond in dividual rights, however is to be formed by the people. It is vested with immunity and the final authority in or der to meet the needs and expectations of the constituent members. States which are resulted in the end of socialisa tion processes, are unlike due to the fact that the proces ses took place in different circumstances. Every state, thus has got its own specific structure with its inner dynamics as well as physical acquisitions. Maintenance and promotion of the societies do depend upon the preservation of this specific structure of state organ. All political societies develop some specific `cohesions` and `strong holds` in order to preserve the vitality of the states. These two elements, such as `cohesions` and `strogholds`, are actualized by refering to the moral and material va lues. Those values that hold the socaial groups together and prevent them from decentralisation, are called the `cohesive motives` of states.226 Each state must have a `cohesive motive` of its own/ otherwise states can not be distinguished as a sepa rate organ. These kinds of `cohesive motives` have been `cognation`, `coreligionism` and `lingual unity` till the appearance of the nation-sates. One can see the concept of state, not only in the Ancient Times but also through out the Roman Period. But none of them possessed a given or permanent border. In the 19th century, due to the over whelming internal wars in Europe, such motives like `cog nition`, `coreligionism` and `lingual unity` that suc ceeded in holdind the human beings together for thousands of years, were seriously wounded, and thus the societies did seek for some fresh cohesive motives for themselves. Activities in the establishment of organisations grounded, initially, on `nationalism`, then turns into `state-nationalism` after the French Revolution, and mo dern states accepted to be the origin of international relations are formed accordingly. The most remarkable charecteristic of these states is their lack of any kind of homogenity barring the coherence in `ends and actions`. In this respect, these kinds of modern political societies, restricted by coherence in `ends and actions`, are laun- hed out into some new domains beyond their national borders so as to meet the incresing needs of growing inner dyna mics. These activities, being carried out through interme diating deeds of the state, are named `politics` accor dingly.227 Political societies have always been reformed during the processes of successive changes. Therefore, national borders of states, owing to the technological developments and widely spread facilities in communica tion, can be easily penetrated into. The reason for this is that societies do take some measures against the inf luences penetrating into the borders by putting arbitrary constructions on national and international moral values. The complete activities including the measures of these kinds as well together with the interdependent relations, are called `diplomacy`. Untill the entry into the Atomic Age, all kinds of international relations seem to be car ried out in accordance with `diplomacy`. The fundamentals of these kinds of relations and activities have been chan ged when nuclear power comes out. Societies are not only contented with being organi zed, but also are in need of forming some alliances among the existing united groups. These types of alliances are set among the nation-states in modern societies while they took place within communal groups in olden times. The Khadesh Treaty enacted between the Hittites and the Egyp tians can be considered as the first example of alliances in the earlier times. This treaty that took place in 1296 (B.C.), is a typical `defensive alliance` in its con tents.228 One can notice a typical correspondence between the establishments of the alliances and nationalisation pro cesses of the peoples. The more the number of nation-sta tes increases, the more the number of states that are par ties to the alliances are increased too. Relations between societies become more permanent and institutional when in dividuals realised that all societies must have definite geographical borders. Stability of the relations between states makes the states more interdependent. In the event of any external threat, the national ends are identified and the co-operation is achieved by refering to the iden tical systems of values. In this way, states form a block around the central `cohesive motive`. Concentration of states around a `cohesive motive` is not a perpetual fact, therefore it is neceesary to bring forward a much more `cohesive motive` also including the national `motive` to make the cohesion permanent. These kinds of cohesions, prior to the nuclear period, used to be actualized via the diplomatic manaeuvres and are eva luated in accordance with the criteria of professional war techniques. Nuclear power takes the place of such manaeuvres in the post-war relations. The blocs, formed by the political societies, do not occur all at once. Neither the bi-polarity called the East and the West today occur once for all. The notion of the East-West does date back to the earlier times. One229 can see the same way of discrimination even in the Anci ent Times. For example, the Akhas represent the West while Trojans represent the East during the Trojan Wars. It is said that Alexander the Great of Macedonia set Persapolis on fire to take revenge on the East. After the Crimean War/took place in 1856, the European peoples put more political and elaborate const ruction on the concept of the East and the West. Russia, that took part almost in all treaties in Europe till the Crimean War, has been abstracted from the European's af fairs. The recognition of Russia as an external factor by the European peoples, is also essential so as to put the inner continental dynamics into action. Additionally, the fact that the two Great Wars took place on this continent, the peoples are urged upon to strenghten the concert of Europe against the external factors. In the course of the Second Great War the Soviet Union is, virtually invited to Europe for the removal of the Axis Powers. The requirements of the invitation of the Soviets to Europe do disappear when the war is over, but the geographical features of Europe have changed very much. The Soviet Russia is not now willing to give up its political involvements set, just after the war in Easter Europe and the Balkans, thus, conflict becomes inavitable. It is no doubt to say that the reason for the conc lusion of the Second Great War in favour of the Allied Forces is the appearance of nuclear power. The intellectu-230 al systems of values, that conducted the peoples over the last three thousand years, collapse when nuclear power does emerge.;. The idols disappear, the image of the `great man` capable to leave the path of history, is spoiled, and thus a new element, termed the `obsolute power` does take its place in human affairs as an unusual experience. The Second Great War starts out with the intentions of Germany, silenced by the Versailles Regime, to revenge on those states that brought this type of order. Hitler of Germany is also deeply involved in the desperate `haute regalia` by which Napoleon and Charlemagne are temted to successive wars, and holds sway all over the neighbour countries thanks to the maddening attacks*' Germany, that dees experience all kinds of scourge of professional wars, is vanguished in 1945 and pulled off on the table of the victors as a corpse without head. This event is the second abolishment of Germany once launced by Bismarc in 1871 upon Europe like a bullet. The changes that come after 1945 upon the political map of Europe are now the everlasting source of our scope to make studies of the East-West relations. After this war, the fundamental rules of international relations change as well as the concept of alliances and foreign policies. The political selections originated from the division of Ger many, then turn into polarisation in favour of the Soviet Union and the United States. The Soviet Union begins to be231 disturbed by the presence of the States in Europe because of the fact that it is the only nuclear power in the bi polar system. The United States can not abstract itself from Europe because the image of `Europe` is now identifi ed with the States, and then U.S. is regarded as the representative of the `concept of the West`. There is reason for Europe to see the political developments from the States1 point of view since it is the only nuclear power in the Western Hemisphere. It is not difficult to say that the European Peoples had to fight against the United States after the war, if the States did not have the nuclear power. By the mids of 1949 the Western states take no notice of the Soviets'.. involvements in Eastern Europe and the Balkans. But after the Soviets exploded the first atomic bomb, all of the states in the Western Hemisphere are shocked. It becomes compulsory for many states to see all problems of Europe through the view points of the two nuclear states as soon as the Soviets possessed nuclear weapons. The inter-blocs relations convert into power- politics when the image of nuclear power and the `ideolo gical cohesive motive`, represented by the Soviets, are integrated. Acts of `ideological integration` already set by the Soviets in the Balkans and Eastern Europe go on as `ideological assimilition` till 1955. NATO emerges aga inst the increasing influence of the Soviets within the central Europe, and Europe is divided into two nuclear232 domains under the Soviets and the States. There begins a power competition between the East and the West when the Warsow Pact is founded in 1955. This power politics, till 1960s, between the East- West is not so formidable as to threaten the peoples in intercontinental scale. By the time past, the pendulum of international relations is not now allowed to swing as freely as in the past, and thus the multi-polar interna tional relations turn into bi-polar system, A new epoch is marked in nuclear technology by the end of the 1950s due to the Sputnik breakthroughs started by the Soviet Union. Plenty of intercontinental missiles, bombers and the warheads with the capability of striking targets more than one at once, are put into the service. Nuclear power competition seems to advance drama tically between the States and the Soviets as a matter of fact that the U.S. is the first nuclear power and it does not admit to lose the nuclear monopoly to the Soviets, while the Soviets seeks for the gap between them. The two super powers, on the one hand maintain competition, and on the other hand, intend to take some measures in arma ments refering to the potential threat in the near future, But these enterprises don't mean anything other than the traditional diplomacy.233 The Cuban missile crisis in 1962, is a very tur ning point for the East-West relations because, thanks to this crisis, for the first time, the two parts are pushed to negotiate the armament problem that involves important issues over the last twenty years. The two super powers gradually getting away from each other within the two decades meet again at the summit and begin to brood over the cramping difficulties calling for a new `nuclear sistem` that will make a great effect on the course of international politics. Conflicts and contests bring forth rules, while breach of rules leads the peoples to the wars in every decade of history. This comes true for the Cuban crisis as well, however the nuclear regime is far more different from those formed in accordance with the maneauvres in diplomacy. Nuclear power can not be surpassed via manae- uvres, and there is no room for politics where this power is appeared. This reality is not known thoroughly and the restrictions that thought to be brought forward in favour of rules cause some new successive problems among the nuclear states. The detent that comes under consideration between the East-West, does stimulate the sub-elements of the blo cs to act accordingly. The negotiations initiated by the Federal Germany among the inter-blocs countries, can be considered as an example. The first constructive outcome234 of these nogotiations is the treaty signed in August 1963/ pertaining to the banning tests in the atmosphere/ in the outer-space and under-water. The important treaties and agreements other than this, can be enumarated as follows? - 20 June 1963, the treaty of `hot line` between Washington and Moscow. - 27 January 1967, the treaty bans test in the atmosphere and the outer space. - 1 July 1968, the treaty bans non - prolifera tion of nuclear weapons. - 11 February 1971, the protocol against nuclear accidents between the Soviets and the States. - 10 April 1972, the treaty for prevention of biological weapons. - 26 May 1972, SALT I interim agreement freezes for five years the numbers of missile launchers. And the (A.B.M.) Treaty limiting the anti-balis- tic missile systems. - 18 June 1979, SALT II, between the Soviets and the States on the limitation of Strategic Arms, but not ratified by the U.S. Senate. The negotiations and relations take place between the East-West can be considered under two sub-headings such as multi-lateral and bi-lateral. Those that are star ted between the Warsow Pact and NATO In 1968 and have been goin on since 1971 are of the multi-lateral/ and those that are called SALT I, SALT II, START and INF are of bilateral kinds. The Helsinky negotiations took place on November 22, 1972 and August 15, 1975 are considered by us as the socio-political ramifications of the nuclear regime. The235 negotiations take place in relation to the inter-mediate force in Europe may have been considered as the by-pro duct of START. Nuclear power is a contemporary issue. The politi cal committments of states in the earlier stages are evol ved from the accepted accumulative system of values, The nuclear power has changed the basis of the accumulative values of these deeds. Almost all states are deeply invol ved in the uncertanities of nuclear politics within the second decades of the Atomic Age. The lack of nuclear regime during the Cuban missile problem is the only rea son for the `problem` to be converted into a real `crisis`. Many states, those having no nuclear power in particular, imagine all of their problems to be solved as soon as they possess that power. In our opinion, this is a great mista ke owing to the fact that nuclear power is not an end of policy, but the outcome of technology. A great many of the intellectuals, not willing to realize the facts, speculate that if all nuclear weapons are to be abolished, the amenity of human life will be recovered. Since the amenities of technological develop ments are essential, and everybody has rights to ask the boon of technological facilities, why not the demands of the states on such a power originated from technology, should not be regarded as a right.
Collections