Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi`nin 10. maddesi çerçevesinde ifade hürriyeti ve 1982 Anayasası
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
Kayaçağlayan, Metin, Avrupa İnsan Hakları Sözlesmesi'nin 10. Maddesi Çerçevesinde İfade Hürriyeti ve 1982 Anayasası. Yüksek Lisans Tezi, Danışman : Prof. Dr. Yahya Kazım Zabunoğlu,V+155s. ÖZET Siyasal sistemin demokratikleştirilmesi çerçevesinde sürdürülen herhangi bir tartışmayı, ifade hürriyeti sorunundan bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir. İfade hürriyetinin asıl fonksiyonu, sorgulayıcı ve eleştirel nitelikteki sözlerin korunması bakımından ortaya çıkmaktadır. Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi, derinleştirilmiş koruma mekanizması içeren ve koruma altına alınan hakların ihlali iddiasıyla bireylerin ve sözleşmeye taraf devletlerin, yine sözleşmede öngörülen yargı organına başvurarak, ihlalci devleti şikayet etmesine olanak tanıyan bir sözleşmedir. Sözleşme ve eklerinde güvence altına alınan haklar katalogu sınırlı olduğu gibi, koruma altına alınan hakların sınırlarının da Batı demokrasisinin ulaştığı düzeyin altında tutulduğuna işaret edilmek gerekir. Sözleşme sisteminde ifade hürriyeti, genel olarak demokratik toplumun zorunlu dayanaklanndan biri ve kişilerin kendilerini geliştirmelerinin önde gelen bir şartı olarak değerlendirilmektedir. İfade hürriyetinin demokratik toplumun temel dayanaklarından birini oluşturduğunu belirttikten sonra, bu hürriyetin sadece lehte olduğu kabul edilen, zararsız bulunan ya da ilgilenmeye değmez görünen `bilgi` ve `düşünceler` için değil, ayrıca devletin ya da toplumun belirli bir bölümüne aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici bilgi ve düşüncelerin açıklanması bakımından da geçerli olduğuna da işaret edilmek gerekir. İfade hürriyetinin bu tarz yorumu, `demokratik toplumun` olmazsa olmaz unsurlarından olan, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir. İfade hürriyetinin kişi ve toplum için taşıdığı önem ve sahip olduğu ayrıcalıklı konum inkar edilmemekle birlikte, bu hürriyetin kullanılması esnasında da, tıpkı diğer hürriyetlerde olduğu gibi farklı değer ve menfaatlerin karşı karşıya gelmesi söz konusu olabilir. Bunun çözümü menfaatlerden birinin diğerini ortadan kaldırması değil, her ikisinin birlikte yaşamasının temin edilmesidir. Fakat hürriyetin esas, sınırlamanın istisna olduğuna ilişkin temel hukuk kuralı hatırlandığında, bu denge ve sınırlamanın ifade hürriyetinin aleyhine işleyen ve onu etkisiz hale getiren bir sınırlama olmaması gerekmektedir. Anayasa'nın ifade hürriyetini düzenleyen 25. ve 26. maddeleri, Anayasa'nın temel felsefesini ortaya koyan hükümlerle birlikte değerlendirildiğinde, anayasada düzenlendiği biçimiyle, ifade hürriyetinin gerçek işlev ve ayrıcalıklı konumunu yitirdiği görülmektedir. Anayasa Mahkemesi de verdiği kararlarda, bazı istisnalar dışında, Anayasanın felsefesine ve temel tercihlerine uygun bir tutum sergilemektedir. Demokratik toplum düzeninin gereklerinin farklı algılandığını gösteren bu durum, doğal olarak farklı düşünce ve inanç alanlarına tahammülsüzlüğe yol açmakta ve devletin kendini koruma kaygısıyla belli bir siyasal tavır almasına neden olmaktadır. İfade hürriyetinin güvence altına alınabilmesinin tek boyutu kuşkusuz hukuksal ya da normatif boyut değildir. Bunun dışında başta Yüksek Mahkemeler olmak üzere diğer yargı organlarının da, hak ve hürriyetlerin ve daha somut olarak ifade hürriyetinin korunmasında önemli rolleri bulunmaktadır.
Collections