Avrupa Topluluğu Hukukunun üye devletlerinin hukuk düzenlerinde etkili biçimde uygulanmasında yargının rolü bireysel haklar
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
ÖZET Topluluk hukukundan kaynaklanan bireysel hakların hukuki korunması günümüzde iki Topluluk hukuku kavramı çerçevesinde incelenmeye ihtiyaç göstermektedir. Bunlar, Topluluk hukukunun üye devletler tarafından ulusal hukuk düzeninde gerektiği gibi ve etkili biçimde uygulanması ve bu uygulamayı desteklemek üzere ulusal mahkemeler tarafından öngörülmesi gerekli ve zorunlu hukuki yaptırımların mevcudiyeti konuları olup, bu iki unsur, daha üst bir kavram olan `Topluluk hukukunun etkililiği` kavramının bileşenlerini oluşturmaktadır. Topluluk hukukunun etkililiğinden kasıt, Topluluk hukukunun birincil ve ikincil kaynaklarının üye devletler tarafından, bunlardan doğan bireysel hakların ulusal mahkemelerde ileri sürülebilmelerine imkân tanıyacak şekilde uygulanması ve bu hakların tam olarak kullanılabilmesine imkân tanıyacak hukuki usul ve yaptırımların özellikle ulusal yargı organları tarafından temin edilmesi yoluyla, üye devletlerin söz konusu düzenlemelerden kaynaklanan yükümlülüklerini ve genel olarak Topluluk hukukunu ihlâl etmesinin önüne geçilmesidir. Adalet Divanının Van Gend en Loos kararında belirttiği üzere, Avrupa Topluluğu `yeni bir hukuk düzeni` yaratmaktadır. Bu yeni hukuk düzeni, uluslararası hukuktan kaynaklanmak ve üye devletlerin ulusal hukuk sistemlerinden unsurları bünyesinde bulundurmakla birlikte, her iki hukuk düzeninden de esaslı biçimde farklı özellikler göstermektedir. Topluluk hukukunun bu niteliği, özellikle söz konusu hukukun üye devletlerin iç hukuk sistemleri tarafından uygulanmasında 250ve bu hukuktan kaynaklanan bireysel hakların kullanılması için öngörülen mekanizma ile bu mekanizma çerçevesinde bireylere verilen rolde kendisini göstermektedir. Gerçekten de, Topluluk hukuku üye devletler için hak ve yükümlülükler öngörmenin ötesinde, bu üye devletlerin vatandaşlarını muhatap alan düzenlemeleri de bünyesinde barındırmaktadır. Bu çerçevede, Topluluk hukukunun gerektiği gibi ve etkili biçimde uygulanması, söz konusu düzenlemelerin hem ulusal düzeyde, hem de Topluluk düzeyinde etkili hukuki yaptırımlara tâbi kılınması ile doğrudan ilişkilidir. Özellikle günümüzde Topluluk hukukunun uygulama alanının genişlemesi ile bireylerin Topluluk hukukundan kaynaklanan haklarını hem Avrupa Toplulukları Adalet Divanı, hem de ulusal yargı mercileri önünde ileri sürebilmeleri, Topluluk hukukunun doğrudan ve dolaylı etkisi ve ihlâli halinde başvurulabilecek tazminat yükümlülüğü gibi ulusal ve Topluluk çapında yaptırım olanaklarının artışı, bireysel hakların etkili korunmasının Topluluk hukukunun en hızlı gelişen alanlarından biri olarak karşımıza çıkmasına neden olmaktadır. Kurucu antlaşmalar bütünleşmenin maddi alanlarını ve hedeflerini belirlemenin yanı sıra, esas olarak, söz konusu hedeflerin gerçekleştirilmesine yönelik olarak Topluluk kurumlarına devredilen yetkilerin, yasama, yürütme ve yargısal nitelikli tasarruflar yoluyla kullanılmasında başvurulacak yöntem ve mekanizmaların hukuki temellerini ortaya koymaktadır. 251Bununla birlikte, bu şekilde yaratılan hukukun ve bu hukuktan kaynaklanan bireysel hakların uygulanması ve hayata geçirilmesi görevi, esas olarak, ulusal makamlara ait olup, iç hukukta icra edilmeleri, her üye devletin kendi hukuk sisteminde mevcut olan iç hukuk usul, kural ve yaptırımları eliyle sağlanacaktır. Böylece, Topluluk seviyesinde tanınan haklar, ulusal hukuk seviyesinde icra edilecek ve kullanılacaktır. Topluluk hukuku-ulusal hukuk ilişkilerinin iki farklı yönü bulunmaktadır. Buna göre, bu iki hukuk düzeni bir yandan Avrupa bütünleşmesinin hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla işbirliği ilişkisi içindedir. Böylece, ulusal yasama, yürütme ve yargı organları ve ulusal hukuk düzeninde geçerli olan kural ve usuller Topluluk hukuku düzeninin amaç ve görevlerini gerçekleştirmesinde Avrupa Topluluğuna yardımcı olmaktadırlar. Topluluk hukukunun üye devlet hukuk sistemlerinde uygulanması bu işbirliğinin en önemli örneğini oluşturmaktadır. Bu çerçevede, özellikle üye devletlerin ulusal yargı organları, kurucu antlaşmalar ve Adalet Divanı içtihadı tarafından Topluluk hukukunun uygulanmasından sorumlu ve bu bağlamda ortaya çıkan Topluluk hukuku ihtilaflarını karara bağlamak konusunda yetkili kılınmıştır. Diğer taraftan, Topluluk hukuk sistemi ile ulusal hukuk sistemleri aynı zamanda potansiyel bir ihtilaf ilişkisi içinde de bulunmaktadır. Bunun nedeni, bu iki farklı hukuk sisteminin aynı hukuki alanda, yani üye devletlerin ülkesel egemenlik alanlarında uygulanacak olmasıdır. Bu iki farklı kurallar sistemi birbirleriyle, federal 252devletlerde olduğu gibi, basit anlamda bir hiyerarşik ilişki içinde bulunmamaktadır. Bundan ziyade, bu iki farklı hukuk sisteminin aynı hukuki egemenlik alanında birlikte ve yan yana varlıklarını sürdürmeleri söz konusudur. Aynı hukuki alanda, aynı anda iki farklı hukuk sisteminin geçerli olmasından kaynaklanan sorunların çözümü için, tutarlı ve kapsamlı bir ihtilaf ilke ve kuralları bütününe ihtiyaç duyulacağı açıktır. Ancak, kurucu antlaşmalar bu konuda bir hüküm içermemekte olup, Topluluk hukuku ile ulusal hukuk ilişkilerini düzenleyecek temel ve genel ilkelere yer vermemektedir. Benzer şekilde, üye devletlerin hukuk sistemlerinde hâkim olan anayasal ilkelerin de bu sorunların çözümü için uygun ve yeterli cevaplar içerdiği ileri sürülemez. Dolayısıyla, bu soruna çözüm bulmak Adalet Divanına kalmış, Divan da bu çerçevede geliştirdiği, Topluluk hukukunun tüm üye devletlerde aynı şekilde uygulanması, önceliği, doğrudan ve dolaylı etkisi, üye devletlerin Topluluk hukuku ihlâllerinden kaynaklanan tazminat yükümlülüğü, bireysel hakların ulusal mahkemeler tarafından etkili hukuki kural ve yaptırımlar aracılığıyla korunması gibi ilkeler ile Topluluk hukuku-ulusal hukuk ilişkilerini düzenlemek yolunu seçmiştir. Divan bu görevi yerine getirirken, Topluluk hukukunun gerektiği gibi ve etkili uygulanma ihtiyacını karşılayacak çözüm yolları bulmaya özen göstermiş ve bu çerçevede kurucu antlaşmaların özü ve amacı ile AT Antlaşmasının 10. maddesinde yer alan, üye devletlerin sadakat yükümlülüğü ve Topluluk hukuk düzenin gerekleri ve yararlı etkisi temellerine dayanmıştır. 253Söz konusu ilkelere göre, Topluluk hukukunun yeterince açık ve şartsız hükümleri ve bu hükümler tarafından bireylere tanınan hakların, ilgili bireyler tarafından ulusal mahkemelerde ileri sürülebilmesi ve söz konusu doğrudan etkili Topluluk hükümlerinin kendilerine aykırı ulusal hukuk düzenlemelerini yürürlüğe girdikleri andan itibaren kendiliğinden geçersiz ya da uygulanamaz kılmaları ve dolayısıyla üye devlet hukukundan önce uygulanmaları gerekecektir. Aynı şekilde, Topluluk hukukunun doğrudan etkili olmayan hükümleri de Topluluk hukukunu uygulama amacıyla ve Topluluk düzenlemesinden önce veya sonra çıkarılmış olduğuna bakılmaksızın, iç hukuk düzenlemelerinin yorumunda ulusal mahkemeler tarafından dikkate alınacaktır. Bundan başka, üye devletlerin Topluluk hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerini ihlâlleri durumunda, söz konusu ihlâl sonucu zarara uğrayan bireylerin ulusal mahkemeler önünde bu zararlarının tazminini talep edebilmeleri de mümkün kılınmaktadır. Diğer yandan, Topluluk hukukunun yargı organları tarafından icrası ve bu hukuktan kaynaklanan bireysel hakların korunması esnasında başvurulacak iç hukukta geçerli hukuki usul ve yaptırımlar da tam olarak etkili, ayrımcılık içermeyen ve caydırıcı nitelik taşımak durumundadır. Tüm bu ilkelerin öngörülmesindeki amaç, Topluluk hukuk düzeninin temel hedeflerini gerçekleştirmektir. Bu temel hedefler ise Topluluk hukukunun üye devletlerin ulusal hukuk sistemlerinde aynı biçimde ve etkili uygulanmasını temin etmektir. Avrupa Birliğinin öncelikli hedefi, üye devletler arasında ekonomik bütünleşmeyi gerçekleştirmektir. Bunun için de pazar koşullarının tüm üye 254devletlerde eşit ve adil olması, diğer bir ifade ile mümkün olduğu ölçüde aynı olması gereklidir. Üye devletlerin Topluluk hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerini zamanında ve tam olarak yerine getirmemeleri halinde Ortak Pazar içinde koşulların tüm üye devletler için aynı olması ise mümkün değildir. Topluluk hukukunun esas olarak üye devletler tarafından uygulandığı ve ihlâlleri önlemeye yönelik 226. madde sürecinin yetersizliği dikkate alındığında, üye devletleri Topluluk hukukunu aynı şekilde ve etkili uygulamaya yöneltecek bir mekanizmaya ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bu çerçevede, bireylere kendi ulusal hukuk düzenleri içinde ileri sürebilecekleri haklar tanımak suretiyle Topluluk hukukunun gerektiği gibi uygulanmasında denetleyici bir konum verilmesinin önemi ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede, Divanın ilk kez Van Gend en Loos kararında kullandığı `çifte denetim ya da gözetim` ifadesi de, bireylerin Topluluk hukuku kaynaklı haklarının etkili korunmasını temin yolunda gösterecekleri özenin ve dolayısıyla, AT Antlaşmasının 234. maddesinde öngörülen ön karar prosedürü çerçevesinde oynadıkları rolün, Topluluk hukukunun etkili uygulanması açısından önemini ifade etmek amacını taşımaktadır. Dolayısıyla, eğer üye devletler aralarında gittikçe gelişen bir birlik ya da ilerleyen bir bütünleşme kurmak amacında iseler, Topluluk hukuku, ulusal hukuk düzenlerinde, ilgili Topluluk düzenlemesinin yürürlüğe giriş tarihi ve normlar hiyerarşisindeki yerine bakılmaksızın üye devlet hukuk kurallarından önce, aynı biçimde ve etkili olarak uygulanmalıdır. Bu çerçevede ikinci önemli noktayı ise, bireylerin Topluluk hukukundan kaynaklanan haklarının korunması için başvurulacak iç hukuk kural ve 255yaptırımlarının niteliği oluşturmaktadır. Söz konusu kural ve yaptırımlar, bugün için üye devletlere ait yetki alanlarından birini oluşturmaktadır. Bu itibarla, bu alanda üye devlet hukuk sistemleri arasındaki mevcut farklılıkların, bireylerin Topluluk hukukundan kaynaklanan haklarının etkili ve aynı biçimde korunmasını ve dolayısıyla, Topluluk hukukunun etkili uygulanmasını tehlikeye düşürme ihtimali bulunmaktadır. Bu nedenlerle, Avrupa Topluluğu çerçevesinde bireylerin Topluluk hukukundan kaynaklanan haklarının ulusal hukuk sistemlerinde hukuki korunması alanında sınırlı kapsamlı ve genel nitelikli de olsa hukuki uyumlaştırmaya ihtiyaç duyulduğu ve bu uyumlaştırmamn da Topluluk hukukunun etkili ve gerektiği gibi uygulanışına katkı sağlayacağı ileri sürülebilir. Bu çerçevede, bu doktora çalışmasında, Topluluk hukuk düzeni içinde bireylere hak tanınmış olmasının ve bu çerçevede öngörülen temel ilkelerin asıl amacının Topluluk hukuk düzeninin üye devletlerin ülkelerinde etkili ve aynı biçimde uygulanmasını temin etmek olduğu; ayrıca tüm yaptırımlar ve ilkeler sisteminin bir bütün oluşturduğu ve Topluluk hukukunun üye devletler tarafından dolaylı icrasından kaynaklanan sorunları çözme amacı çerçevesinde işlev gördüğünü gösterilmeye çalışılmıştır. Ayrıca, Topluluk hukuku kaynaklı bireysel hakların üye devletlerin hukuk sistemlerinde ileri sürülmesinde ve korunmasında başvurulan ulusal usul hukuku kural, prosedür ve yaptırımları alanındaki Divan içtihadı ayrıntılı bir incelemeye tâbi tutulmuştur. Bu bağlamda, Topluluk hukukunun üye devletlerde etkili biçimde uygulanması gereğine hizmet eden bu ilke ve ölçütler bütününün 256gelişim çizgisi hakkında bazı saptamalar yapılmıştır. Bu saptamaların başta geleni ise bu alanda düzenleme yoluyla uyumlaştırma ihtiyacının gün geçtikçe artmakta olduğudur. 257 ingilizce özet SUMMARY The best description of the European Integration process, which is for the time being entitled as the European Union, from a lawyer's point of view, would be to call it a `Community of Law`. Law is the guiding principle which not only leads us through the establishment of the Community, its tasks, obligations, powers and procedures, but also forms its very fabric. Law is not only the ingredient out of which the European Community was created; it is also the very element which it is continuously called upon to create. European Community is founded by law, its institutions are constantly under the obligation to create law and it's acts are controlled by law. Development of the Community law is very much related to the level of integration that is achieved by the Community and vice versa. The more progress the Community achieves concerning deepening and therefore, integrating, the more self-sufficient and coherent the Community law becomes. Similarly, as the Community law develops and becomes more complete and complex, the economic, social, political and legal orders of the member states' become much more integrated as a result. Although the founding Treaties are very detailed in many respects of the integration, there are some huge lacunae regarding some fields of law 258which are capable of creating obstacles for further integration. Throughout the history of the European Community, these gaps have been filled quite successfully and sometimes controversially by the European Court of Justice. Judicial protection of individuals' rights deriving from Community law through domestic procedures and remedies in the national courts have been one of those areas where judge-made law has been the main feature of legal progress. Judicial protection of the individuals' Community law rights is an area of Community law which is closely related to the problem of the effective enforcement of Community law in the national legal orders of the member states and the problem of providing effective procedures and remedies to achieve that end. Both of these problems are the aspects of a general concept and principle of Community law which has been the focus of attention for a long time, namely, the `effectiveness` or the `effet utile` of Community law. Effectiveness of Community law means that the primary and secondary law of the Community should be implemented fully and correctly by the member states in a way that would enable the individuals granted rights by these measures to rely upon them before their national courts and be awarded all the legal remedies which are necessary to give full effect to these rights and at the same time promote the fulfilment of the obligations of the member states' arising from the Treaties by deterring them from infringing those rights. 259As the European Court of Justice stated in Van Gend en Loos, the European Community constitutes `a new legal order `, which is based on international law and contains features of national laws of its member states and still exhibits fundamentally different qualities from both. This feature of Community law is particularly apparent from the mechanism designed for the implementation and enforcement of such law and the rights and the role conferred on the individuals thereof, in the national legal orders of its member states. The founding Treaties consist of the substantive aspects of the integration, together with the legal basis of the methods and mechanisms for the use of the competence transferred on Community institutions in order to take legislative, executive and judicial action to achieve those mainly economic, substantive objectives. However, the task of implementing the body of law thus created and the individuals' rights which derive thereof, were to mainly belong to the national authorities and to be implemented and enforced in the national legal orders according to the domestic rules and procedures of each member state. Therefore, the rights conferred at Community level are to be enforced at the national level. Community law-national law relations consist of two different aspects. On the one hand, these two different legal orders co-operation in the realisation XC YÜKSEKÖ?RETİM KÜftl DOKÜMANTASYON m. 260of the objectives of integration. Therefore, national legislative, executive and judicial branches and the rules and procedures of the national legal order assist the Community for the achievement of its tasks and aims; enforcement of Community law through national law is the main example of such co operation. Within that context, the national courts of the member states in particular are designated by the Treaty and the case law of the Court of Justice as `Community courts` which are responsible for the enforcement of Community law, as the judicial organs which have general competence for the resolution of disputes arising from the Community law. On the other hand, Community and national legal orders are also in a relationship of potential conflict, i.e., the two different sets of rules of these two different legal orders are to be implemented and enforced in the same legal territory; the territory of the member states. These two sets of rules are not in a simple hierarchical relationship as the case is in a federal state, rather they exist together and next to each other in the same legal territory. In order to solve the problems that arise out of such simultaneous application of two different sets of rules in the same legal territory, it is necessary that a consistent and coherent set of principles and rules of conflict be set out. However, the founding Treaties are silent on that matter and do not contain the basic principles that would regulate the relationship between Community law and the national law. Similarly the national constitutional 261principles of the member states do not provide sufficient or uniform answers for the solution of the problem either. Therefore, it was for the Court of Justice to come up with the principles such as the uniformity, supremacy, direct effect, indirect effect and effectiveness of Community law with a view to provide answers to the problems that arise from this simultaneous application. According to those principles, the sufficiently clear and unconditional provisions of Community law and the rights conferred thereby are capable of being invoked directly by individuals before their national courts and such directly effective provisions of Community law should render, any conflicting provision of national law, automatically inapplicable from the time of their entry into force, and therefore prevail over national law. Similarly, the provisions of Community law which lack direct effect should be taken into consideration by the national courts while interpreting the national law whether it is introduced to implement Community law or not and whether it is prior or subsequent in time to the Community measure in question. On the other hand, the procedures and remedies of the national legal order for the judicial enforcement of Community law and the individual rights deriving thereof must be fully effective, non-discriminatory and dissuasive. 262All these principles boil down to the basic need of the Community legal order to realise its objectives; it has to be applied uniformly and effectively throughout the national legal orders of all its member states. The European Union aims firstly at an economic integration; therefore, market conditions should be equal and fair; i.e. uniform in all the member states. Furthermore, the European Union aims at a certain degree of political integration as well. Such a grand design has to be based on a favourable public opinion and support. In fact, one of the main purposes of conferring Community based rights on individuals that would result in positive changes in their everyday lives and which could be invoked in national legal orders was to make them a part of the integration process. Similarly, the term `dual vigilance` which was used by the Court of Justice in Van Gend en Loos while describing the role played by individuals for the effective protection of their Community rights and therefore, the effective enforcement of Community law through the procedure prescribed in Article 234 of the EC Treaty, was intended to serve the same purpose. In summary, if the member states wanted to create an ever closer union amongst themselves, Community law had to have supremacy over national law, regardless of the hierarchy or the date of the norm in question and be uniformly and effectively enforced in national legal orders. 263As mentioned above, at the early stages of integration, the Treaties and the secondary legislation of the Community had provided several substantive rules to be implemented and enforced but left this implementation and enforcement entirely to the differing systems of the legal rules and procedures of the member states. This system which can be described as a system of procedural autonomy for the enforcement of Community law, was aimed at providing easy access for the individuals to familiar domestic procedures and remedies while respecting the understandable political sensitivities of the member states, as the regulation of judicial procedures and processes were traditionally seen as a feature of sovereignty. Furthermore, the field of judicial procedures and remedies for the enforcement of Community law were not amongst the areas of competence which were explicitly transferred from the national legal order to the Community institutions. As the Community is established on the principle of limited competences and powers, it was presumed that it had no power to legislate or harmonise in the field of legal enforcement and remedies. Consequently, national legal systems and rules were seen as the only appropriate means for the enforcement of Community law and the rights conferred on individuals thereof. 264However, without setting out the general and common principles of such enforcement, an integrated and uniform legal order would be totally out of question. Substantive law which is aimed at achieving integration amongst the member states should not be made ineffective by national procedural and remedial rules. The divergences between the domestic legal systems of the member states as regards procedures and remedies are more than capable of creating obstacles to the effective and uniform application of Community law. For instance, differing rules in the national legal orders of the member states as regards the time limits for bringing a judicial review action in the national courts in order to prevent national measures which are inconsistent in substance with Community law to breach individuals' rights deriving thereof would inevitably render the uniform and effective enforcement of Community law impossible to a certain extent. As mentioned earlier, the legislative powers of the Community did not include, at least explicitly, the power to harmonise by way of legislation the domestic rules and procedures of the member states. With a view to remedy the situation and ensure the effective and uniform application of Community law, the Court of Justice developed the principles of judicial protection of Community rights and the effectiveness of Community law and therefore imposed limits on the procedural autonomy of the member states by a comprehensive body of decisions. 265In all those cases, the Court of Justice required that the national courts should either interpret, apply or disapply the national procedural rules and remedies and even create new remedies or procedures in order to give full effect to Community law. The Court based this duty of the national courts mainly on the loyalty clause, i.e., the Article 10 of the Treaty. The earlier tendency of the Court was to leave the enforcement of Community law to the national rules and procedures. The rights were created at the Community level but their enforcement were ensured by domestic procedures at the national level. Such domestic procedures were only subject to the requirements of non-discrimination and that they should not make it impossible in practice to exercise the Community law rights. However, in time effective enforcement and judicial process have become matters for Community law. Therefore, the Court of Justice started to set out the basic principles and conditions of the procedures and remedies which are provided by the national law to give full effect to Community law and Community law rights. Consequently in certain cases not only the rights but also the remedies and the conditions governing them were to be created by the Community law. This process of creating general principles of Community law by the Court of Justice by using a case-law method has been a significant characteristics of Community law since its foundation as was also the case for the principles of direct and indirect effect and the supremacy of Community provisions. Although this method has contributed largely to the progress and 266development of the Community law, and the European Integration as a whole, it also has many disadvantages. First of all, the method of providing answers for constitutional problems through litigation has its limits. Such an ad-hoc, case-by-case method cannot provide the answers to all the problems of effective enforcement of Community law and the rights of the individuals deriving thereof. The need for the effective enforcement of Community cannot be left to the ad hoc nature of litigation alone. The fact that only a limited category of litigants have the resources and energy to resort to litigation to vindicate their Community law rights brings forward the danger of a haphazard enforcement and development of Community law. On the other hand, such a method has the danger of causing the development of an inconsistent case-law and not providing correct and fair solutions for the particular disputes in question as well. Resorting to the need for effective enforcement of Community law or its `effet utile` cannot bring out the best and fairest possible solution of the dispute in every case. Secondly, the jurisdiction of the Court of Justice has its limits. The judicial activism displayed by the Court without explicit legal competence to interfere in the national administration of the justice in the member states has the potential of causing more problems than it solves. The Court cannot continue to rely merely on Article 10 or the effet utile and the inherent system of the Treaty, for the harmonisation of the procedural principles of the member 267states' legal orders without bringing its own and ultimately the Community's legitimacy into question. Thirdly, such judicial activism of the Court is also capable of causing problems for the national courts. The national legal orders were not designed to give full effect to Community law and they might not be equipped to do so in each and every case. Consequently, it might become increasingly difficult to accept that the national courts are legally competent under their own legal systems, or under the Community legal order for that matter, to disapply national law or create new remedies because such duty is imposed upon them under certain provisions of Treaty according to the rather liberal interpretation of the Court of Justice. Although the basic or constitutional principles of Community law, such as the principle of supremacy, direct effect, consistent interpretation and effective enforcement of Community law rights were all developed by the European Court of Justice despite the lack of explicit provisions in the legal texts, in order to progress in the area of effective and uniform enforcement, positive harmonisation has started to become more and more urgent and vital at this stage of integration, especially when the number of the member states is expected to rise to 28 within the next decade. Such a great rise in the number of the member states will highlight the need for effective and uniform enforcement even more. 268Consequently, the main objective of this study has been to approach the problem of effet utile of Community law with a view to enhance the effective enforcement of Community law rights in the national courts. Consequently, it is submitted here that the legal harmonisation of the national procedures and rules governing the enforcement of Community law by the Community legislature is inevitable to ensure that such enforcement is effective and uniform throughout the Community. All legal rules are devised so as to operate and be enforced effectively, and therefore Community law has to have effectiveness as well. However, without setting out the general and common principles of such effective enforcement, an integrated and uniform legal order would never materialise. Therefore, to argue that the member states have full procedural autonomy merely because there are no rules governing the transfer of legislative power from the member states to the Community in this area to be found in the legal texts of the Treaty is not very realistic or constructive. Here it is argued that such power to legislate should be presumed to be inherent in the system, spirit and the overall objective of the Treaty. In order to set out the parameters of this argument, first of all, the means of enforcement of Community law have been briefly analysed. Within this context, the role of the Community institutions for the effective enforcement, with a special emphasis on the limits of the Article 226 procedure has been examined. Thus, the importance of the role played by the individuals 269and the national courts through the Article 234 procedure for the effective enforcement of Community law has been demonstrated. Secondly, in order to set out the principles that regulate such enforcement, the Court's case law as it stands for the time being has been examined in detail. Thus, the basic tendencies and justifications of that case law, together with its main merits and its inevitable shortcomings have been explored. Thirdly, the legal basis for the Court of Justice for setting out such principles to enhance the enforcement of Community law have been analysed in order to demonstrate the advantages, disadvantages and limits of this approach of judicial harmonisation in the field of judicial protection of individuals' rights and the domestic legal remedies. The duties of the national courts for the effective enforcement of Community law have been analysed with a special emphasis on the meaning and the limits of Article 10 of the Treaty and the requirements of the principle of supremacy and other possible Treaty basis for that duty. Lastly, the need for legal harmonisation at the Community level in the field of national procedures and remedies for the effective enforcement of Community law and the effective protection of individuals' Community law rights has been argued. 270
Collections