Les procureurs de la République travaillant au sein des cours d`assises en Turquie à l`égard des politiques néolibérales
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
Bu çalışma; Türkiye'nin neoliberalleşme sürecinde adalet sisteminde yaşanan dönüşümleri anlamayı hedeflemektedir. Bu bağlamda, adli uygulamaların ve adalet zihniyetinin başkalaşmasına referansla, bürokratik adalet yönetim modelinin hangi noktaya kadar neoliberal ideolojinin farklı görünümlerini içselleştirdiği (ya da içselleştirmekte olduğu) temel sorumuzu oluşturmaktadır. Bunu anlamak için öncelikle dönüşmekte olan adalet yönetiminin tarihsel kökenlerini ortaya çıkardık. Bu verilerden yola çıkarak, Türkiye tarihi boyunca adalet kurumları; dünya dışı değerleri yeniden üreterek gerçek dünyanın gerçekliğinden kopuk mabedinde uygulamakta ve bu değerler kurumun profesyonelleri tarafından yaygınlaştırılmaktadır. Böylece adalet kurumu kendi teknikleri doğrultusunda bireylerin sosyalleşme süreçlerine dâhil olup kendine işlevsellik kazandırdığı bir kurumsal program izlemektedir. Bu bağlamda, OsmanlıDevleti'nin kurumsal programı İslami değerlerin ve törelerin kadılar tarafından uygulanmasıyla oluşurken, Cumhuriyet'in kurumsal programı ise modern hukuk ve Kemalist değerler tarafından içerilen bürokratik yönetim biçimi üzerine kurulmuştur. Ancak tarihsel süreç boyunca yaşanılan geçişler bir kopuşu değil, aksine günümüz adalet yönetimi teknikleri çerçevesinde iki farklı modelin başkalaşarak bitişmesini ifade etmektedir: bürokratik model ve neoliberal model. Bu süreçte, bürokratik model değerlerini devletçe garantilenmiş normatif düzene, kurumun önceliğine, hiyerarşik ilişkilere, kurallarla belirlenmiş ideal tanımlamalara ve iktidarın görünürlüğüne dayandırırken, neoliberal model ise değerlerini piyasayı taklit edercesine bir rekabete, ilişkilerin esnekliğine, bireysel çıkarların üstünlüğüne, adli faaliyetlerin verimliliğine, etkinliğine ve hızına işaret etmektedir. Yukarıda ortaya koyduğumuz temel sorumuzdan yola çıkarak, saha araştırmamızı İstanbul Savcılığı'nın çeşitli birimlerinde çalışan yirmi Cumhuriyet Savcısı ile yarı-yapılandırılmış derinlemesine mülakatlar gerçekleştirerek tamamladık. Araştırmamızda belli bir temsiliyeti yakalayabilmek için İstanbul'da bulunan dört farklı adliyeyi seçtik. Seçilen adliyelerde yaptığımız görüşmelerdeki görüşmeci seçiminde ise tesadüfî seçme yöntemine başvurduk. Sonrasında, Ağır Ceza Mahkemeleri'nde görülen on davayı gözlemleyerek saha araştırmamızıgenişlettik. Araştırmanın sonunda, savcıların mesleki kimlikleri, adalet kurumu içindeki iktidar ilişkileri ve adli uygulamalarla ilgili veriler elde ettik. Araştırma sonuçları ilk olarak savcıların bürokratik modelin yeniden üretimine katkıda bulunduklarını ve neoliberal adalet modeline karşı geliştirdikleri stratejileri konformist bir algı şeması çerçevesinde bürokratik modele bağlılıkla şekillendiklerini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, savcıların konformizm süreçleri üç temel faktörden oluşmaktadır: savcılık mesleği üzerinden devletle özdeşleşme, normatifliğin yeniden üretilmesi ve ataerkilliğin içselleştirilmesi. Ekonomik olarak xvyukarı yönlü hareketlilik ve mesleğin sağladığı toplumsal statü savcıların kendilerini devletle özdeşleştirmelerinin başlıca nedenlerini oluşturmaktadır. Bu nedenle, devletin siyasi otoritesini ve ekonomik gücünü arttırması savcıların adli alandaki sermayelerini arttıracak öğeler haline gelmektedir. Diğer yandan, savcılar normativizmin yeniden üretimi sürecine iki önemli aşamadan geçerek katılmaktadırlar: üniversite eğitimi ve mesleki deneyim. İlki onlara toplumsal düzeni sağlamak için hukukun şekli üstünlüğü ve meşruiyeti fikirlerini edindirirken, ikincisi ise egemen normları ve toplumun geleneklerinden doğan uygulamaları yeniden üretmelerine olanak sağlamaktadır. Yani, normativizmin yeniden üretilmesi sürecinde savcılar, hukuki egemenlik yoluyla hâkim normların meşrulaştırılmasına hizmet etmektedirler. Bu süreç aynı zamanda adli uygulamaların türdeşleştirilmesi çabalarını da ortaya çıkarmaktadır. Sahadan edinilen verilere göre, normativizmin yeniden üretim sürecinin ve savcıların buradaki devletçi duruşlarının billurlaşma noktası 1990'lı yıllarda Türkiye'nin terör bölgelerinde yaşadıkları deneyimlere dayanmaktadır. Son olarak, savcıların konformizm sürecini oluşturan bir diğer faktör ataerkil değerlerin savcılar tarafından içselleştirilmesidir. Türkiye'deki kadın savcısayısı ve erkek savcıların kadınları kapsayan davalardaki adli uygulamaları adalet kurumunun toplumsal cinsiyet ilişkilerini yeniden ürettiğini ve aslen eril bir yapıyıtemsil ettiğini bize göstermektedir. Konformizm sürecinin tüm bu bileşenleri bürokratik örgütlenmenin özellikleriyle bağdaşmaktadır, çünkü bu konformist davranışlar savcıların bireylerin çıkarlarını merkeze koymaktansa bürokratik devletin çıkarlarını göz önüne aldıklarını bize göstermektedir. İkinci olarak, savcıların bürokratik adalet modeli çerçevesinde şekillendirdikleri bir başka strateji de adalet kurumu içindeki hiyerarşik ilişkilerin devam ettirilmesidir. Hiyerarşik ilişkilerin yeniden üretilmesi süreci iki kategori üzerinden sürdürülmektedir: avukat, polis, yargıç gibi diğer adli eyleyiciler ve vatandaşlar. Savcılar hiyerarşik ilişkiler bağlamında avukatları, hukuk eğitiminde kalitenin düşmesi, genç avukatlarda adli(ye) kültürün eksikliği ve amacı müşteri memnuniyeti olan piyasa zihniyetleri üzerinden eleştirme stratejisini benimsemektedirler. Avukatlara karşı üstünlüklerini göstermek için bu tip avukatlarla başa çıkma yöntemi olarak kendilerini ya avukatların davranışlarına göre konumlandırmakta ya da bariz bir tolerans göstermektedirler. Bu durumda, avukatlar ve savcılar arasındaki çatışmalar eğitimli ve neoliberal değerlerle donanmış bir neslin ortaya çıkışıyla ve devletçi zihniyetin hâkim olduğu bürokratik bir yapıda çalışan savcıların direnişi arasındaki iktidar mücadelesi ile sonuçlanmaktadır. Savcıların yargıçlarla kurdukları iktidar ilişkileri aynı mesleki yapıya eklemlenme fikri üzerinden şekillenmektedir. Böylece savcılar, yargıç ve savcıların neredeyse eşit olduklarını belirtmek amacıyla yargıçlarla ilişkilerini arkadaşlık ya da meslektaşlık üzerinden tanımlamaktadırlar. Bu tanımlamalar yalnızca yargıçların üstünlüğünün savcılar tarafından dolaylı kabulü değil, aynı zamanda savcıların durumu tersine çevirme stratejileri olarak yorumlanabilmektedir. Diğer yandan, savcı-polis ilişkisi savcıların polisler açısından adli amir olup idari amir olmamasından kaynaklanan yarı-otorite fikrinden yola çıkarak anlaşılabilmektedir. Savcıların polis üzerindeki idari otorite eksiklikleri savcılar tarafında hiyerarşinin yeniden örgütlendirilmesi talebinin oluşmasına neden olmaktadır. xvi Sonuç olarak, adalet kurumunun önemli bir eyleyicisi olan savcılar adli alanda diğer eyleyiciler karşısında çıkarlarını arttırmak amacıyla farklı stratejileri hiyerarşik bir ilişki kurulmasını amaçlayarak benimsemektedirler. Savcıların vatandaşlarla ilişkileri, savcıların devleti temsil etme görevleri nedeniyle daha baştan lehlerine oluşmaktadırlar. Vatandaşlarla kurdukları ilişkilerde savcılar ilk olarak iletişim kurmakta güçlük çektikleri ve zor olarak tanımladıkları bir dizi tip tasvir etmektedirler: şikâyet hastaları, cahiller, savcının otoritesinden çıkar elde etmeye çalışanlar. Bu kişilerle baş etmek için savcılar ya hoşgörülü ya da sert teknikler benimsemektedirler. Savcıların hoşgörü teknikleri vatandaşların konuşularak eğitilmesini ve sabırla dinleyerek `gazlarının alınmasını` içermektedir. Buna karşılık, savcılar sert teknikler bağlamında bir yandan yakın ilişkiler kurmadan `mesafeli davranmayı` diğer yandan daha saldırgan tutumlarla `haddini bildirmeyi` strateji edinmektedirler. Buradan yola çıkarak, savcıların vatandaşlara karşıgeliştirdikleri stratejilerin her halükarda iktidar ilişkilerini kontrol etmek kaygısının dışavurumu olduğu söylenebilmektedir. Üçüncü olarak, savcıların kendi aralarındaki ilişkiler güvensizlik, duyarsızlık ve faydacılık özelliklerini içeren bireyci bir duruşun benimsendiği parçalı çalışma ağları tarafından şekillendirilmektedir. Bu bağlamda savcıların sendikalaşma gayretleri, mesleki dayanışma çerçevesinde bağların yeniden kurulumu açısından bir motivasyon noktası olarak yorumlanabilmektedir. Ancak, adalet kurumunun uygulanan bürokratik örgütlenmesi aynı hiyerarşik düzlemde olan savcıların kendi aralarında kurdukları ilişkilerin dağılmasına yol açmaktadır. Bu aşamada, yargısal alanda toplu bir hareketlenmeyi sağlaması düşünülen imkânlar sendikalaşma gayretlerinin tekrar sorgulanmasına neden olmaktadır. Araştırma sonuçlarımız, adalet sisteminin kurumsal işleyişten duyulan memnuniyetsizlikler ve adalet kurumunun ve adli uygulamaların dönüşümünü tetikleyen hız, verim ve etkinlik gibi neoliberal değerlerin ortaya çıkışı etrafında yoğunlaştığını ortaya koymaktadır. Bu neoliberal değerlere referansla, savcılıktaki cezai kararların üretim süreci bir dosyanın sonuca ulaşmasını hedefleyen artarda üç aşamadan oluşmaktadır: Müracaat savcıları, soruşturma savcıları ve duruşma savcıları. Neoliberal değerler üzerinden örgütlenen bu yargılama zinciri savcıların yargılama uygulamaları konusundaki kimi stratejilerini barınmaktadır. Suçun tanımlanmasındaki otomatikleşme, ikincil suçlandırma sürecinin hızlandırılması ve yargılama prosedürünün başlatılmasında alınan gerçek zamanlı kararlar müracaat savcılarının teknikleri arasında sayılırken, soruşturma sürecinin polis tarafından yönlendirilmesi, yargılama sürecinde yerleşik uygulamaların benimsenmesi, önceki Yargıtay kararlarına uyum gösterme ve suçu ağır cezadan yazma gibi teknikler ise soruşturma savcılarının stratejileri arasında gösterilebilmektedir. Yargılama zincirinin son halkasını oluşturan duruşma savcıları ise yargılama sürecinin düzgün işlememesinden doğan zorluklara dikkat çekmektedirler. Bu zorluklar arasında, soruşturması ve yazımı iyi yapılmamış dosyaların kendilerine aktarımı, aşırı iş yükü ve duruşma sırasındaki zaman darlığı gösterilmektedir. Tüm bu zorluklar, mahkemenin sahnelenmesine ve vatandaşlar karşısında savcının rolünü oynamasına engel teşkil etmektedirler. xvii Böylece, adli faaliyetlerin parçalılaşması yargılama prosedürlerinin yavaşlamasına ve işlevsizleşmesine yol açmaktadır. Zincirin bir halkasını oluşturan her adli eyleyici kendi sorumluluğunu diğerine aktarmakta ve sonuçta zincirde görevli hiçbir eyleyici dosya hakkında detaylı bilgiye sahip olamamaktadır. Ayrıca, savcıların iş yükü ve performans kaygısı uygulamada herkesin temel görevleri başka eyleyicilere delege etmesine neden olmaktadır. Böylece, soruşturma safhasında polisin ve yargılama safhasında savcının etkisi adli faaliyetlerin verimli ve adil bir şekilde yürütülmesini engeller niteliktedir. Eyleyicilerin görevlerini delege etme gayretleri adalet kurumunda adaletin işlemezliği olarak adlandırılan toplu bir sorumsuzlaşmayla sonuçlanmaktadır. Adalet kurumunun ilkeleri artan ve hızlı üretim tarzıyla şekillendirildiğinden, yargılama zincirinin yapısı günden güne seri üretim modeline evrilmektedir. Sonuç olarak, iş bölümünün neoliberal değerlere göre yeniden yapılandırılması savcıların oyunun içinde kalmak ve mesleki performanslarını iyileştirmek için adli uygulamalara uyum sağlamalarının önünü açmaktadır. Neoliberal esnemelerin bir diğer noktası ise savcıların mesleki kimlikleri üzerinden yalnızlaşma/soyutlanma süreçleridir. Bu süreç bir yandan adalet kurumunun kurallarına uyum sağlayarak toplumsal ilişkilerin kontrol edilmesinden; diğer yandan çalışma koşullarının neden olduğu köksüzleşme sürecinden oluşmaktadır. Böylece savcıların yalnızlaşma/soyutlanma süreçleri, adalet kurumunun yönetimi tarafından sıkıca tanımlanan toplumsal ilişkiler çerçevesinde savcıların sosyal kopuşuna işaret etmektedir. Sonuç olarak, savcılar bir yandan adalet kurumunda bünyesinde otoritelerini güçlendiren konformizmi, devletçiliği, normativizmi ve ataerkil zihniyeti içeren ideolojik görünümler üzerinden neoliberal dönüşümlere direnmektedirler; diğer yandan yargılama zincirinin işleyişi ve mesleki zorluklar gibi gündelik mesleki uygulamalarda onlara avantaj sağlayan dönüşümlere bilinçli ya da bilinçsiz olarak uyum sağlamaktadırlar. Yani, adalet kurumunda neoliberal değerlerin ortaya çıkışıyargısal alanda oyunun kurallarını başkalatırarak her adli eyleyicinin bu dönüşümler karşısında kendi çıkarını arttırabilmek için yeniden konumlanmasını zorunlu kılmaktadır. This thesis is based on the institutional changes in the judicial system through the process of neoliberalization in Turkey. In this respect we aimed to capture, with reference to the metamorphosis of attitudes and judicial practices, to which extent the bureaucratic model of judicial administration has internalized (or internalizing) the various agents of neoliberal ideology. For this purpose, first of all, we highlighted the historical roots of the judicial administration which is in stage of transformation. Based on historical data, we can consider that all along the history of Turkey, the judicial institutions follow an institutional program in which they reproduce the values out of the world, they execute all these within the sanctuaries exempted from the daily reality of the outside world, then they spread their values through professionals and finally they adopt their own methods to take part in the socialization process of individuals in order to provide functionality to the institution. While the institutional program of the Ottoman Empire is shaped by Islamic values and customary laws practiced by kadis; the institutional program of the Republic rests on the modern law and bureaucratic administration initiated by the Kemalist values. However, we can see that the transition from one to another does not imply a rupture, on the contrary it testifies to a metamorphosis wherein two different models of the justice administration are juxtaposed in Turkey: the bureaucratic model and the neoliberal model. The bureaucratic model is based on the normative order provided by the state, the priority of the institution, the hierarchy of relationships, the ideal definitions made through regulations, the visibility of power. However the neoliberal model is based on the competition by mimicking the market, the flexibility in relationships, the focus on the interests of individuals, the efficiency, the effectiveness and the rapidity of judicial activities. In connection with our main hypothesis, we conducted semi-structured interviews with twenty state prosecutors working in various functions at the prosecutor's office in Istanbul. Furthermore, we attended ten proceedings in criminal court. We selected four different courthouses located in Istanbul in order to achieve a certain degree of representativeness in this research. The choice of interviewees was performed rather randomly. During the fieldwork, we obtained some data on the professional identity of prosecutors, relations of power established in the judiciary institution and their judicial practices. Regarding the reproduction of the bureaucratic model, the results of our research show in the first place that the resistance strategies of prosecutors towards the neoliberal model of justice are formed in relation with the bureaucratic model within the framework of conformist perception. The process of conformism of prosecutors is composed by three factors: identification with the state through the profession of attorney, reproduction of normativism and internalization of patriarchy during the execution of the profession. The ascending economic mobility and social xiiithese difficulties obstruct the staging of the trial and they prevent the prosecutors from playing their part for the defendants. Thus, the fragmentation of tasks leads the way to the slowdown and the dysfunction of the criminal proceedings. Each judicial officer, responsible for one part of the chain, transfers his/her responsibility to another one and no one has a detailed knowledge of the case. In addition, the workload and the performance concerns of prosecutors guide them in practice to delegate key tasks to other agents. Thus, the influence of the police during the interrogation process and the influence of the prosecutor during the jurisdiction process prevent them from carrying out the judicial activity in an efficient and fair manner. The effort for delegating the various tasks results in a collective irresponsibility in the judicial institution that could be named as the judiciary dysfunction. As the most important principals are shaped by the increased and accelerated production, the structure of the criminal chain evolves day by day towards the production chain. The reformulation of task division according to neoliberal values transforms judicial practices; the prosecutors adapt these practices in order to stay in the game and improve their professional performance. Another neoliberal inflection point could be discussed in connection with the process of isolation of prosecutors through their professional identity. This process is composed on the one hand by the control of social ties by adapting the rules of the judiciary institution and on the other hand by the working conditions prompting the uprooting of social ties. All prosecutors report their discontentment and their sacrifices about working conditions at some point in their careers. Hence, the isolation process of prosecutors indicates a breaking point with strict social links provided by the bureaucratic administration of the judicial institution. To conclude, we can say that the state prosecutors resist to neoliberal transformations across the ideological aspects that give them authority within the judiciary. Contrarily, they consciously or unconsciously get adapted to professional aspects that provide them the benefits on the functioning of the criminal chain or the difficulties of their profession. Therefore, the emergence of neoliberal values in the administration of justice produces a metamorphosis against the rules of the game. That is why; every judicial officer is in the process for (re)positioning themselves against changes in order to maximize their interest.
Collections