Türkiye-Macaristan ilişkileri (1920-1945)
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
I. Dünya Savaşı'nda müttefik olarak savaşan Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarının yıkılmasının ardından kendi millî devletlerini kuran Türkiye ile Macaristan, 1920'li yılların başından itibaren karşılıklı temasa geçmişlerdir. I. Dünya Savaşı sonrasından başlayarak II. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar süren dönemde iki ülke arasında siyasî, iktisadî ve kültürel ilişki kurulmuştur. Türk Kurtuluş Savaşı esnasında dış destek arayışındaki Ankara Hükümeti'nin Macarlarla kurduğu cılız temasların ardından, Lozan Barış Konferansı sırasında Macar hükümeti, Ankara nezdinde yarı resmi diplomatik girişimde bulunmuştur. Macar hükümeti, bir temsilcisini gizli siyasî müzakereler yapması amacıyla Anadolu'ya göndermiştir. İlişkilerin Başlangıç Dönemi (1920-1923) olarak adlandırılabilecek bu aşaması, yeni Türk devletinin bağımsızlığını kazanmasının ardından iki ülke arasında 18 Aralık 1923 tarihinde bir dostluk antlaşmasının imzalanmasıyla yeni bir döneme girmiştir. Uzlaşma Dönemi'nde (1924-1928) ülkelerindeki iç siyasî ve sosyoekonomik reformlara yoğunlaşan Türkiye ve Macaristan, 1928 yılında başlattıkları müzakerelerin sonucunda 1929 senesinde bir saldırmazlık ve tahkim antlaşması imzalamışlardır. Macaristan'ın müttefiki ve Balkanlar ile Orta Avrupa'ya nüfuz etmek isteyen İtalya, bu antlaşmanın ortaya çıkışında rol oynamıştır. Dünya ekonomik kriziyle beraber yaşanan konjonktürel değişim, başta İtalya ve Fransa olmak üzere büyük devletlerin Orta Avrupa ve Balkan coğrafyasındaki nüfuz mücadelesi, bölge aktörlerinin birbirleriyle ittifak kurmaya yönelik çabaları ve Macaristan'ın toprak revizyonu talebini artık daha yüksek bir sesle dile getirmesi siyasî açıdan iki ülke arasındaki en yakın ilişkilerin yaşandığı Samimiyet Dönemi (1929–1933) şekillendiren gelişmelerdir. Bu dönemde, komşularıyla sorunlarını çözen ve bölgedeki statükonun devamını savunan Türkiye, Balkan Antantı'nın kuruluşunda öncü rol oynamıştır. Başlangıçta İtalya'nın desteğini alarak uluslararası siyasette yer edinmeye çalışan Macaristan ise, Almanya'da 1933 yılında Hitler'in iktidara gelmesiyle birlikte ekonomik ve siyasî açıdan bu ülkenin nüfuz eksenine doğru kaymaya başlamıştır. Bu noktadan itibaren Türkiye ile Macaristan'ın dış siyasetlerinde ortak bir çıkarı kalmamış; bu durum iki ülke ilişkilerinde bir soğumaya neden olmuştur. Mesafe Dönemi (1934-1939) olarak adlandırılabilecek bu sürecin sonunda Macaristan Trianon Antlaşması ile kaybettiği toprakların bir kısmına sahip olarak revizyonist hedefine ulaşmıştır; fakat daha sonra Almanya'nın yanında kendisini felakete sürükleyen II. Dünya Savaşı'na girmek zorunda kalmıştır. II. Dünya Savaşı (1939-1945) sırasında Türkiye ile Macaristan arasında bir savaş hali olmamış; diplomatik ilişkiler Sovyet ordusunun Macaristan'da kontrolü sağladığı 1 Nisan 1945 tarihine kadar kesintisiz olarak sürmüştür. Savaş yanlısı ve savaş karşıtı Macar devlet adamlarının ve ülkenin ileri gelen isimlerinin bir kısmı ülke siyasetine yön verebilmek için hem Türk hükümetinin desteğini kazanmak istemişler; hem de Türkiye üzerinden bazı girişimlerde bulunmuşlardır. 1944 senesinde Macaristan'ı işgal eden Alman kuvvetlerinden kaçan Başbakan Miklós Kállay, Budapeşte Elçisi Şevket Fuat Keçeci tarafından himaye edilmiştir. Siyasî ilişkilerin öne çıkan noktaları şunlardır: Lozan Barış Konferansı sırasında Macar temsilcinin Anadolu'ya gelişi, 1920'li yılların sonunda iki ülkenin yakınlaşması için İtalya'nın arabuluculuk yapması; Balkan siyasetinin iki ülke ilişkilerine etkisi ve Türkiye'nin Macaristan'ı Sovyet Rusya ile diplomatik ilişki başlatması için devamlı surette teşvik etmesi.Türkiye ile Macaristan arasındaki iktisadî ilişkiler yatırım, iş gücü ve ticaret alanlarında gerçekleşmiştir. I. Dünya Savaşı'nın sonunda Habsburg dönemindeki ekonomik faaliyetlerini sürdürdüğü hammadde, sermaye ve işgücünden yoksun kalan Macaristan, bunu telafi etmek için yeni iktisadî temaslar kurmak istemiştir. Yeni kurulan Türk devleti ise, ülkenin imarı için erken Cumhuriyet döneminde yabancı yatırımcıyı ve iş gücünü Anadolu'ya davet etmiştir. Macar sermayesi, 1920'li yıllarda çeşitli sebeplerden ötürü Türkiye'de varlık gösterememiştir. 1930'lu yıllardan itibaren ise Türk hükümetinin devletçilik siyaseti ve uygulamaya koyduğu kalkınma planları çerçevesinde, kendi hükümetleri tarafından sübvanse edilen Macar şirketlerinin Türk devlet kurumlarından şehirlerin altyapı, elektrik, askerî santral ve fabrika tesisleri gibi taahhütlü işlerini almaya başlamışlardır. 1920'li yıllardan itibaren ülkelerindeki yüksek işsizlik oranları ve siyasî sebeplerden ötürü haricî memleketlere göç eden aralarında vasıfsız işçilerin mühendislerin bulunduğu çok sayıda Macar'ın Türkiye'ye gelerek çalışmaları iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin diğer bir sütununu oluşturmuştur. Bu işçiler, yaşadıkları çeşitli sorunlara rağmen Anadolu şehirlerinin imarına katkıda bulunmuşlardır. 1920'li yılların ikinci yarısında bu işçilerden bir kısmı komünizm propagandası yaptıkları gerekçesiyle sınır dışı edilmiştir. Devletçilik siyaseti kapsamında 1932 senesinde çıkarılan bir yasa uyarınca, Türk vatandaşı olmayan kişilerin bazı meslek gruplarında çalışmalarına müsaade edilmemiş, böylece 1935 senesi itibarıyla marangoz, dülger, çilingir, duvarcı ustası, tesisatçı gibi Macar meslek sahipleri, Türkiye'deki işlerini bırakarak ülkeden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Bu seneden itibaren sadece aynı kanun uyarınca Bakanlar Kurulu'nun izniyle görevlendirilmiş olan uzman ve mühendis statüsündeki Macarların Türkiye'de çalışmasına müsaade edilmiştir. Diğer ülkelerle kıyaslandığında istatistiksel olarak büyük bir niceliğe sahip olmasa da Türkiye ile Macaristan arasındaki ticarî ilişkilerin nitelik açısından zengin olduğu söylenebilir. 1920'li yıllarda daha ziyade tarım ürünlerinin alışverişi üzerine yoğunlaşan ticarî faaliyetler Türkiye'nin kalkınmasına paralel olarak endüstriyel kalemlere ve makineleşmeye doğru bir kayış göstermiştir. 1929 Dünya Ekonomik Krizi, Türkiye ile Macaristan'ın aralarındaki ticaret hacmi üzerinde de etkisini göstermiş; Macarların Türkiye'ye yönelik ihracatında sert düşüş yaşanmıştır. Türkiye ile Macaristan'ın ticarî ilişkisi II. Dünya Savaşı sırasında da devam etmiştir. Trianon Antlaşması'nın ağır hükümlerinin baskısını azaltmak isteyen Macar hükümeti, kültürel diplomasi yoluyla uluslararası toplumda itibar kazanmak istemiştir. Macar hükümeti Türkiye ile olan ilişkilerinde kültürel diplomasiye özel önem vermiştir. Bu bağlamda, Türkler ile Macarlar arasında 19. yüzyılın ortasından itibaren gelişmiş olan karşılıklı sempatiye vurgu yapılmıştır. Türkiye'ye gelen Macar işçilerin ve uzmanların yeni Türk devletinin çağdaşlaşmasına özellikle tarım alanında katkıda bulundukları görülmüştür. Bunun yanı sıra, iki ülke arasında karşılıklı tetkik seyahatleri, öğrenci mübadelesi, edebî tercüme faaliyetleri hükümetler tarafından teşvik edilmiştir. 1936 yılında Ankara'da yeni açılan Dil Ve Tarih-Coğrafya Fakültesi bünyesinde bir Hungaroloji Enstitüsü kurulmuştur. Müzik de iki ulusun yakınlaşmasında önemli rol oynamıştır. Republic of Turkey and Kingdom of Hungary, former allies of World War I were both founded in the aftermath of this war and established mutual contact from the beginning of the 1920s. The relations between Turkey and Hungary beginning from the end of World War I until the end of the World War II were established due to political, economic and cultural ties.Political relations between Turkey and Hungary could be categorized in five stages. Following the weak contacts of the Ankara government, seeking foreign support in the Turkish War of Independence with the Hungarians, the Hungarian government started a semi-diplomatic demarche with Ankara. The Hungarian government sent a representative to Anatolia in order to hold secret political negotiations. That initial stage (1920-1923) had been followed by the rapprochement stage (1924-1928), which began with the treaty of friendship signed by the parties on 18 December 1923. At this stage, both states concentrated on the socio-economic reforms in their homeland. As a consequence of the political negotiations started in 1928, a non-aggression pact was signed by the parties in 1929. Italy, the ally of Hungary and seeking political influence in the Balkans as well as in Central Europe played a pivotal role in the signing of this pact. The conjuncture of the World Economic Crisis of 1929, the struggle among the great powers, mainly between Italy and France in the Balkans and Central Europe, the search for alliances among regional actors and increasing Hungarian aspirations for a possible revision were the main developments in the stage of approximation (1929-1933). In this era, Turkey which settled its problems with its neighbors and defending the status-quo played a pioneering role in the establishment of the Balkan Pact. Meanwhile, Hungary, which strived for taking a prestigious position in the international politics with the support of Italy, began to shift to the German sphere of influence in political and economic terms following Hitler's rise to power in Germany. From this point onwards, no common interest remained in the foreign policy objectives of Turkey and Hungary and this situation caused aloofness in their bilateral relations. At the end of this stage of aloofness (1934-1939), Hungary was able to reach its revisionist aspirations by regaining some parts of its lost territories. However, the country was obliged to enter the tri-partite alliance of Germany and join the Second World War that lead to disaster soon afterwards. In the course of World War II (1939-1945) there had been no state of war between Turkey and Hungary as diplomatic relations remained uninterrupted until 1 April 1945 when Soviet forces took control over Hungary. Attempts were held to establish contacts and gain the support of the Turkish government by some leading figures among the Hungarian statesmen and intelligentsia, as not only the proponents but also the opponents of Hungary's entrance into the War. In the meantime they took action through Turkish territories. In 1944, in the aftermath of the German occupation of Budapest, Nicholas Kállay, the Hungarian premier, took refuge in the Turkish Ministry in Budapest and had been protected by the minister Şevket Fuat Keçeci. Turkey and Hungary had also deep economic relations in the referred period. This can be analyzed in terms of investment, manpower and trade. In the end of World War I, Hungary was deprived of the raw material, capital and manpower that were essential to implement its economic activities in the Habsburg period. This is for the reason that the country sought new economic contacts to compensate for this deficiency. In the meantime, the recently established Turkish state invited foreign investment and manpower to Anatolia for the construction of the country. There had been almost no Hungarian investment in Turkey in the 1920's. From the beginning of the 1930's, within the framework of the centralized economic policies and development plans implemented by the Turkish government, Hungarian companies, subsidized by their own government began to take jobs in Turkey such as the construction of the infrastructures and the electrification of the cities, military facilities, civil factories, telecommunications and so forth.Beginning from the 1920's, Hungarian workers began to migrate to foreign countries due to reasons such as high unemployment rates and political suppression against communists. Among those, a group of Hungarians including unqualified workers, engineers and also experts arrived in Turkey. This constitutes the second pillar of the economic relations between Turkey and Hungary. Under poor living standards and several problems, they were employed in jobs such as house building or railroad construction and made a serious contribution to the development of the country in the 1920s. In the second half of the referred period, some of the workers were expelled from Turkey due to allegations of disseminating communist propaganda. In the 1930s the rest were asked to give up their professions regarding a law that only allows Turkish nationals to work in certain sectors such as waiters, locksmiths, carpenters, bricklayers etc. From 1935 onwards, Hungarian experts such as qualified workers and engineers were only allowed to work in Turkey with the direct approval of the government.In comparison to the other partner countries, it can be asserted that relations between Turkey and Hungary were relatively high in quality rather than the quantity in terms of trade. The trading activities were highly focused on the agricultural products gradually shifted to industrial items and machines parallel to the development of Turkey. The economic crisis of 1929 also affected the volume of trade between the two countries as there was a sharp decrease in Hungary's export to Turkey. Both countries continued their mutual trade in the course of the World War II. The Hungarian government who aspired to diminish the pressure of the harsh terms of the Trianon Treaty sought prestige in international society through cultural diplomacy. The Hungarian government attached special importance to cultural diplomacy in her relations with Turkey. Within this framework, the mutual sympathy between Turkish and Hungarian nations, which emerged in the mid-19th Century, was emphasized. It is seen that the Hungarian workers and experts who came to Turkey made contributions to the modernization of the country, in particular to agriculture. Moreover, mutual exchange trips to enhance scientific research, higher education, and the translation of literary works were encouraged by both governments. An Institute of Hungarology was established in Ankara in 1936 as the part of the new faculty of humanities. Music also played a crucial role in the cultural rapprochement of two nations.
Collections