Orta Çağ İslam düşüncesinde siyaset sorunu açısından din-felsefe ilişkileri
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
ÖZET `Ortaçağ İslam Düşüncesinde Siyaseet Sorunu Açısından Din-Felsefe Çatışması` başlıklı tezimizde, genel olarak din-siyaset-felsefe ilişkilerinin, Ortaçağ İslam dünyasındaki entellektüel tezahürlerini ele aldık İslam dünyasında dinin öncelikle ilahi Yasa olarak kavranılmasının, felsefenin İslam toplumundaki statüsünü tehdit etmesi, İslam filozofunu, kendi felsefe meşguliyetini, ilahi Yasanın mahkemesi önünde meşrulaştırma sorunuyla karşı karşıya getirmiştir. Dinin, bütünvarlık alanlarım kuşatan bir Şeriat olarak kendi egemenliğini ilan ettiği, din merkezli bir toplumda, filozofun kendisini koruyabilmesinin tek yolu, ekzoterik bir öğreti olarak, siyasal felsefeye yönelmek olmaktadır. Çünkü siyaset felsefesi, filozofun toplum karşısında giymek zorunda olduğu bir zırhtır. Ayrıca, zaten din ve felsefe arasındaki çatışmanın, İslam dünyasında daha şiddetli olmuş olmasının nedeni de din ve siyasetarasındakurulmuş olan sıkı bağdır. Filozof, işte bu nedenle, yani bir yandan kendi varlığım koruyabilmek, diğer yandan da din ve felsefe arasındaki uzlaşmazlığı telif etmek için, siyasal felsefeye yönelmiştir. Çözüm siyasal alanda aranınca, din-felsefe çatışması da, siyasal teoloji ve siyasal felsefe arasındaki çatışmaya indirgenmiş olmaktadır. Bu iki siyasal kavrayış tarzının temel çatışması, metafizik-teolojik ard-alanlar tarafından da desteklenen, ilahi Yasa ve insani bilgelik arasında gerçekleşmiştir, insani pratik yaşma yon verecek etkinliğin hangisi olacağına bağlı olarak, farklılaşan siyasal deneyimalanaklarına rağmen, hem siyasal teoloji, hem de siyasal felsefe, her ikisi de siyasal alana yaklaşım tarzları bakımından benzerlik göstermektedirler. Siyasetin otonom varlığım reddedenve onu ya metafizik ya da tanrısal bir hakikatin aracı kılan heriki kavrayış da, nihai olarak gayrı- siyasal olmaktan kurulamamaktadırlar. Elbette bu ortak noktaya rağmensiyasal teoloji ve siyasal felsefe arasındaki özsel farklılıklar, onların, siyasal potansiyellerinin de farklılaşmasına yol açacaktır. Sözgelimi, siyasal teologun kavrayışında insan, yalnızca Tanrı'nın kulu olmaklığı bakımından bir değere sahipken, siyasal filozof insanı akılsal doğası balonundan tanımlamakta ve siyasalolmasa da moral bir mükemmelliğin öznesi kılabilmektedir. Yine teolog veri olan mevcut bir rejimin temellendirmesine yönelirken,filozof bir ütopyanın peşinde görünmektedir. Bu farklılıklar, her ikisinin evren, insan ve Tanrı anlayışlarında anlamım bulmaktadır. Şimdi, siyaset, filozof tarafından kavrandığı şekliyle akıl ve vahiy arasında; teolog tarafından kavrandığı şekliyle de din ve dünya arasında aracı bir orta terimdir. Oysa siyasal bilimci için siyaset, nedensel bağlarla açıklanabilen insani deneyim alanına ait bir olgudur. Siyasetin bu üç farklı modelinin, siyasal yaşamla ilişkileri de farklı seyretmektedir. Siyasal teolog, siyasal yaşamı, Tanrı'nın mutlak iradesinin gerçekleştiği bir etkinlik alam olarak kavramakta, buna karşılık, siyasal filozof, aynı siyasal alam, inşam bilgelikten hareketle tanımlamakta, dolayısıyla, inşam, yine insana ait bir ilkeye teslim etmektedir. Siyasal bilime gelince, onun kavrayışı daha çok, insani yaşamın pozitif deneyimlerine yönelecektir. O halde kısaca diyebiliriz ki, din-siyaset-felsefe üçlüsünün ilişkileri, İslam Ortaçağında, bir karşılıklı kendini, kendi otoritesini dayatma ilişkisi şeklinde tezahür etmiştir. Böyle bir ilişkiden zararlı çıkan taraf, tarihsel olarak felsefe olmuşsa da, siyasal yaşamın otonomisini geri iade etme potansiyeli, yine de diğer ikisinden çok felsefenin kavrayışında bulunabilmektedir. Yine de itiraf etmek gerekir ki, dinin ve fesefenin siyasal görünümleri bile, gayrı-siyasal bir yaşam tarzım, siyasal bir yaşam tarzına tercih etmektedirler.
Collections