Dışavurumcu tavrın romantik kökleri
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
ÖZET 'Dışavurumcu Tavrın Romantik Kökleri' üzerine hazırlanmış olan bu tez, Ortaçağ sanatından bu yana var olup, Barok'la beraber belirginleşen 'öznelliğin' kilometre taşlarını mercek altına yatırıyor. Savunulan, Barok ve Dışavurumcu akımların aslında 'romantik' bir tavırdan beslendikleri; ve Michelangelo, Delacroix, Goya, Munch gibi sanatçılarla, Yeni Romantiklerin çoğunun, gene bu romantik tavırdan etkilendikleridir. Rönesans, Maniyerizm, Barok, Rokoko, Romantizm, Sembolizm ve Ekspresyonizm'in önde gelen yapıtları, barındırdıkları dışavurumcu nitelikler bağlamında ve bu nitelikleri 20.yy'ın plastik anlayışıyla kıyaslamak amacıyla sorgulanmıştır. Geçmişin sanatındaki dışavurumcu nitelikler, romantik tavırla kurulan ilişkiler ekseninde değerlendirilmiştir. Yanlış anlamaları engellemek için, tezin başlığında geçen 'romantik' sözcüğünün Romantizm akımının çağnştırdıklanyla sınırlanmadığı; ve 'dışavurumcu tavır'la kastedilenin de, dışavurumculuk akımının çerçevesi dışına taştığım belirtmekte yarar var. Bu çalışmada 'dışavurum' tabiri, öznenin, plastik bir dille 'en dolayımsız sunumu'na tekabül etmektedir. Bu yaklaşım, üzerinde çalışılan sahayı genişletmiştir. 20.yy'm başlangıcındaki Alman Dışavurumcu grupları (Die Brücke, Der Blaue Reiter); 1950'lerdeki Amerikan Soyut Dışavurumcuları; 1980'lerin Yeni Dışavurumcuları; Yeni Romantikler; günümüze uzak dönemlerin ustalarından (Delacroix, Piranesi, El Greco, Michelangelo), daha yakın dönemlerin sanatçılarına (Van Gogh, Munch, Goya) kadar çok sayıda ressamın adı tez boyunca sıkça anılmıştır. Çalışmanın niteliğini, metodolojiye dair iki tercih belirlemiştir: Bunlardan ilki, biçimden içeriğe (dışavurumdan romantik tavıra) doğru bir yol izlemektir. İkinci tercih, çelişkilerden yararlanmaya dayanıyor; iki aykırı kavram olan akıl ve duygunun mukayesesini ve birlikteliğim irdeliyor. Bu iki uç nokta sanat tarihindeki her bir dönemin tanımlanması ve incelenmesi aşamalarında son derece önemli olagelmiştir. Ele aldığımız konu 'romantik kökenler' olduğu için, çalışmadaki akış, akıldan ziyade duygu üzerinden gerçekleştirilmiştir. Dışavurumcu tavrın ardında yatan gerekçeler, tarihi ve sosyolojik gerçekler doğrultusunda değişkenlik gösterdiği içindir ki, dışavurumcu tavrın farklı niteliklerine odaklanma gereği duyulmuştur: Sözgelimi, duygunun akla yeğ tutulması, Ortaçağ sanatında spiritüel bir dışavurumu ön plana çıkartırken, Rönesans'taki dışavurumcu tavır; akıl-duygu çatışması ve bilinmezliklerle dolu dünyada bir çıkış yolu arayışı üzerinde yoğunlaşmıştır. Özne ve duygunun damgasını vurduğu bir çağda; Maniyerizm ve Barok, öznenin anlam kazanması ve boya dilinde bir özgürleşme olarak, çağdaş espas kavramına doğru ilk adımların atıldığı dönemler olarak ele alınmıştır.Modernizm'in ilk evresi olan Romantizm' de ise öznelcilik iyice belirginleşir; ve romantik karakter bu devirde tam anlamıyla görülür. Sembolist ve dışavurumcu akımlar aynı romantik tavrın çerçevesi içinde ele alınmıştır. 20.yy, sanatın öznelliğe doğru katettiği yolda 'bireyselleşme'nin zirveye çıktığı bir dönem olarak değerlendirilmiştir: 'Öznenin en dolayımsız sunumu' aslında, 'birey'dir. Bu 'birey', farklı dönemlerin dışavurumcu tavırlarının kıyaslanmasında farklı biçimlerle sıkça karşımıza çıkan bir kavramdır. SUMMARY The thesis on `The Romantic Roots of the Expressionist Attitude` aims to put under scrutiny the milestones of the subjectivity that has been present in art way back from the medieval times, and that, especially after the rise of the Baroque, has dominated it... The argument is that the Baroque and the Expressionist trends were actually based on a romantic attitude; and that such artists as Michelangelo, Delacroix, Goya, Munch and many of the New Romantics were in fact influenced by this very same romantic attitude. The works of many trademark artists of the Renaissance, Manierism, Baroque, Rococo, Romanticism, Symbolism and Expressionism are questioned in terms of their expressionist natures in an effort to discover the relationship between them and the plasticity of the 20th century. The expressionist features of the art of the past are revealed by making use of the parallelities between them and the romantic attitude. To prevent any misunderstanding, it should be stressed that what is meant by the word `romantic` used in the title is not limited to the meanings behind the trend of Romanticism, and that nor the term `expressionist attitude` stands solely for the trends of certain times which are labeled as the heydays of Expressionism. In this paper, the term `expressionism` stands for `the most direct presentation of the subject through an expressionistic attitude in plasticity`, and this enlarges the area to be worked on. Indeed, many a different times and artists are made use of throughout the thesis, such as The German Expressionists of the groups Die Briicke and Der Blaue Reiter from the beginning of the 20th century; the American Abstract Expressionists of the 1950's; the New Expressionists of the 1980's; the New Romantics; many masters from the earlier centuries (such as DelaCroix, Piranesi, El Greco, Michelangelo) to those of more recent ages (such as Van Gogh, Munch, Goya) and so on... Two methods define the features of this paper. The first of these is the method of putting the plastic qualities of paintings before their theme. In doing so, `the expressionist attitude` refers to a certain choice concerning plasticity rather than one concerning the theme; because the theme is identified with the `romantic root`. That's why the prologue includes a comment on the quotation from Wiliam Blake; and also why the tendency of the artist towards exploring and re-shaping through his/her art is discussed. The second method is making use of the contradictions, and it involves the comparison and coming together of two diverse concepts, which are logic and emotion. It is discussed that these two edges are of extreme importance in defining and analysing each and every era in the history of art. For the matter at hand is one concerning `romantic roots`, the flow of the themes in the paper runs in favor of emotion rather than of reason.The focus is on different aspects of the expressionist attitude, simply because the reason behind the attitude differs in correspondance to the historical and sociological facts: For example, the dominance of emotion over logic gave way to a spiritual expression in the art of the medieval times whereas the expressionist attitudes of the Renaissance were manifestations in a quest that aimed to find an answer to the myst created by the contradiction between emotion and logic... Manierism and Baroque signified a freedom for the technique of painting and opened the way to our contemporary concept of the space in an age the trademarks of which were the concepts of subject and emotion. Romanticism, which served as the first phase of Modernism, was rich in subjectivity, and is considered as the rise of the romantic attitude in the paper. The trends of Symbolism and Expressionism are taken into account within the framework of this same romantic attitude. The 20th century, along with its modernist trends, is considered as the peak of individualism, which is the final stage of the journey of art towards subjectivity: `The most direct presentation of the subject` is in fact the individual, a concept frequently attributed to in the thesis in order to compare the motivations and reasons behind expressionist attitudes of different eras...
Collections