Bir geçiş dönemi olarak İstanbul`da 3. Ahmet Devri mimarisi
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
ÖZET XVII. yüzyılın sonu ile XVIII. yüzyılın başlarında iç karışıklıklar ve askerî yenilgilerle sarsılan Osmanlı İmparatorluğu, Pasarofça Antlaşması'nın (1718) ardından kısa süreli de olsa bir barış sürecine girmiş, Patrona İsyanı'na (1730) dek süren bu kısa zaman içinde azalan savaş giderleri ve alman tedbirlerle kısmen düzeltilen ekonomik durum yapım faaliyetlerine de hız kazandırmıştır. Sultan III. Ahmet Dönemi'nin (1703-1730) mimarlık faaliyetlerine genel olarak baktığımızda, yüzyılın başlarına kıyasla Pasarofça Antlaşması'nın imzalanması (1718) ile Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi'nin Fransa'dan dönüşünü (1722) izleyen yıllar İstanbul'da inşa ve imar faaliyetleri açısından yoğun bir yapılanma dönemi olmuştur. XVIII. yüzyılın başlarına ait ilk büyük girişim olan Üsküdar Yeni Valide Külliyesi (1 708- 1710) genel yerleşim düzeni ve mimari özellikleri açısından Klasik dönem külliye geleneğine yakınlık göstermesine karşın çeşme, açık türbe ve sebilin sokağa bakan cephe üzerinde hareketli bir görünüm verecek şekilde birlikte ele alınmaları bu dönemde görülmeye başlayan değişimlere atıf yapan bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. XVII. yüzyılın küçük ölçekli külliye tipini az sayıdaki örnekle devam ettiren III. Ahmet dönemi külliyelerinin en önemli özelliği yapıların belirli bir geometrik düzen göstermeksizin dağınık olarak konumlanmalarıdır. Genel yerleşme düzeni açısından Şehzadebaşı'ndaki Nevşehirli İbrahim Paşa Külliyesi, anıtsal boyutlara ulaşamasa da seçilen modelde mescid, medtrese, kütüphane, sebil ve çeşmeden oluşan bütünde ağırlık merkezinin simetrik durumdaki mescid, kütüphane kütleleri üzerinde toplanmasıyla bu dönem içinde seçkin bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde külliyelerin bünyelerinde yer alan çeşme, sebil ve şadırvan ile birlikte hazire duvarlarının fonksiyonları dışmda süslemeleri ile ön plana çıkmaya başladıkları görülür. Amcazade Külliyesi ile XVII. yüzyılın sonlarından itibaren klasik dönemdeki sadeliğin kaybedilerek, büyük ve dilimli kemerli açıklıklarla süslü madeni şebekeler kullanılmağa başlamıştır. Ayrıca, Türk kültür yaşamına giren matbaanındaetkisiyle külliye programlarına kütüphane yapılarının dahil edilerek yaygınlaşması bu döneme özgü bir yenilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Cami ve mescidleri ele alacak olursak, Mimar Sinan Dönemi'nde geliştirilen sekiz destekli plan şemasına sahip Yeni Valide Camii gibi anıtsal boyuttaki tek örnek dışında kalan yapılar, kubbe ile örtülü, kare planlı camiler ya da özgünlüğünü büyük ölçüde kaybederek günümüze ulaşan ahşap çatılı mescidlerden oluşmaktadır. Bu dönemde Yeni Valide Camii, dışında büyük hacimli yapıların inşa edilmemesi yapısal hareketlerin nüfus ve ekonomik güçle olan ilişkisiyle açıklanabilir. Bu bakımdan Lale Devri'nde inşa edilen cami ve mescidleri plan tasannu açısından Osmanlı mimarisi içinde ayrıcalık taşımayan diğer bir ifadeyle yenilik getirmeyen kendinden önce geliştirilen cami ve mescid modellerini devam ettiren küçük boyutlu örnekler olarak kabul edebiliriz. Medreseler, küçük ölçekli bir cami ile aynı avluyu paylaştığı külliyeler içinde ya da Şehzadebaşı,Vefa ve Bab-ı Ali 'deki örneklerde olduğu gibi külliyelerden bağımsız olarak yapılmışlardır. Her iki medrese düzenlemesinde plan tipi olarak, Osmanlı medrese yapılarında XV. yüzyıldan itibaren gelenekselleşen, bir avluyu `U` ya da `L` şeklinde çevreleyen revaklar ve gerisinde dizilen kubbeli ya da tonozlu odalar ile bir dershane mekanından oluşan şemada yapılmışlardır. XVII. yüzyılın başlarında gerek külliye programlarında gerekse bağımsız olarak kütüphane yapılarının artış göstermesi basılı kitabın Türk kültür hayatına girmesiyle açıklanabilecek bir durumdur. İstanbul'da ilk bağımsız Köprülü Kütüphanesrnî (1661) VefaMa Şehit Alî Paşa (1715) üe Topkapı Sarayı Enderun Kütüphanesi (1719) ile Eminönü'ndeki Turhan Sultan Türbesi yanındaki kütüphane (1724) izlemiştir. İşlevsel gereklilikler ön planda tutularak kitabın nemden korunması için yükseltilmiş bir bodrum katı üzerinde kurulan kütüphane yapılan içinde Şehit Ali Paşa ve Enderun Kütüphanesi plan şeması açısından farklılık gösterir. Şehit Ali Paşa'da pandantifli kubbeyle örtülü, kare planlı asıl okuma mekanı giriş yönünde demir kirişlerle birbirine bağlanan üç sivri kemerle dışa açılarak salon dikdörtgene dönüşmüştür. Okuma mekanının tek yönde tonozla örtülerek genişletilmesi kısa birsüre sonra I. Mahmut döneminde Ayasofya Kütüphanesi'nde (1740) uygulama alanı bulmuştur. Bu dönem kütüphaneleri içinde plan şeması açısından asıl yenilik, Enderun Kütüphanesi'nde görülür. Kubbeli kare mekan giriş yönü hariç üç yönde dikdörtgen biçimli tekne tonozla örtülü eyvan benzeri mekanlarla genişletilerek kubbeli mekan merkezi konuma getirilmiştir. Bu plan tipi XVIII. yüzyıl kütüphaneleri içinde model olmuştur. Osmanlı mimarisinin külliye yapılarında biri olarak karşımıza çıkan sıbyan mekteplerinin bağımsız yapılar olarak alt katmda bir sebil ya da çeşme ile birlikte tasarlanarak özgün bir tipolojik gelişme gösteren örnekleri bu dönemde başlamış, XVIII. yüzyılın ikinci yansında Barok üslubun kendini en iyi ifade eden yapı tipleri arasına girmiştir. Bu dönemin en dikkat çekici yeniliği başta sultan ve sadrazam olmak üzere saray erkanı ve zengin tabakanın Haliç ve çevresi ile Boğaz kıyılarında yaptırdığı özel konutların önceki dönemlere kıyasla artış göstermesidir. Sur içi ile sınırlı kalan kent artan nüfiısun kıyılarda yoğunlaştığı bir görünüme bürünmeye başlamıştır. Özellikle 1718'den sonra İstanbul'un imar işlerine girişen Nevşehirli Damad İbrahim Paşa, seferlerin uzaması ve devletin ihmali yüzünden harap olan sarayların banş antlaşması imzalamak üzere gelecek Avusturya ve Vendik elçilerinin, padişah saraylarını bu şekilde görmelerinin sakıncalı olacağı düşüncesiyle onarım faaliyetlerine Kandilli Sarayı'ndan başlamış, daha sonra Haliç'teki Karaağaç Sahilsarayı ile Beşiktaş Yalısı elden geçirilerek genişletilmiştir. Tersane bahçesinde deniz kenan ve beden duvarlan doğrudan doğruya suyun üstüne oturtulmuş, üç çıkmak ve etrafi kafesli galeriyle çevrili Aynalı Kavak Kasn (1726-27) ilave edilmiştir. Bu dönemde ahşap malzeme ile bazen haftalarla ölçülebilecek kadar kısa bir zaman süreci içinde inşa edildikleri bilinen saray ve kasırlardan hiçbiri günümüze ulaşmamış, sadece isimleri kalmıştır. ili. Ahmet döneminin yoğun yapım faaliyeti, Fransa'ya elçilik görevi ile giden Çelebi Mehmet Efendi'nin İstanbul'a dönüşünden kısa bir süre sonra inşa edilen Kağıthane'deki Sadabad Sarayı (1722) ile zirveye ulaşmıştır. Geniş bir alana yayılan vebir sayfiye sarayı niteliği taşıyan Sadabad Sarayı'nın en büyük özelliği, Kağıthane deresinin muntazam bir kanal içine alınarak suyun tam sarayın önünde mermer bir sed ile kesilerek mermer çağlayanlardan akıtılması idi. Sadabad'ın gerçek ününü teşkil eden ve Fransız saraylarına benzetilme nedenide bu yönü idi. Saray halkının önlerinden akan çağlayanları ve fıskiyeleri seyretmelerine imkan verecek biçimde direkler üzerine oturtularak manzaraya hakim, uzun bir sofa veya koridor üzerine sıralanmış odalar şeklinde düzenlenmiş, haremlik ve selamlık bölümleri ise yan yana yapılmıştı. Harem dairesinin yakınında bulunan otuz sütunlu Kasr-ı Neşat, Türk sivil mimarisinde yaygın olarak kullanılan dört eyvanlı divanhane şemasında idi. Sadabad düzenlemesinde Batı etkisini gösteren asıl yenilik, köşklerin bahçe, su kanalı ve havuz bağlantısının ön planda tutularak yapılar topluluğunun herkes tarafindan görülebilecek şekilde düzenlenmesinde ve saray çevresinin sık sık bu mesire yerine gelerek gezinti ve eğlenceler teıtib edilmesinde açıkça ortaya çıkmaktadır. Geleneksel Türk saray mimarisinde önemli bir yere sahip olan selsebil ve havuz öğesi, Sadabad kompleksi içinde Çelebi Mehmet Efendi'nin anlattıkları ve daha sonra sipariş üzerine getirtilen Topkapı Sarayı Kütüphanesi'ndeki gravür, kitap ve desenlerin de etkisiyle, Osmanlı su mimarisinin bilinen gelenekleri içinde Sadabad'da yeniden uyarlanmıştır. Sadabad'ın tamamlanmasından sonra Boğaz'm en güzel yerlerinin seçilmesiyle bu inşa faaliyeti genişleyerek devam etmiştir. Genellikle iki bazen tek katlı, pavyon veya köşklerden meydana gelen sahilsaraylann yapımında kagir malzemenin yerini bu dönemde daha ucuz ve hafif, kısa zamanda inşa edilebilen ahşap konstrüksiyonlar almıştır. Plan şeması açısından ise, Türk sivil mimarisinin yaygın dört eyvanlı divanhane modeli ile bunun üç eyvanlı varyasyonları uygulanmış, ana mekanın ortasına zemini mermer döşeli bir sofa ile kare planlı, fiskıyelİ bir havuz oturtulmuştur. XVII. yüzyıl sonlarında Çengelköy'de Amcazade Yalısı Divanhanesi'nde karşımıza çıkan kare planlı orta mekan etrafında biri deniz üzerinde olmak üzere üç yönde çıkıntı meydana getiren ve üç yönde manzaraya açılan mekan tasannu uygulaması, tipik Anadolu hayat evlerini hatırlatmaktadır.İÜ. Ahmet döneminde en dikkat çekici eğilim artan İstanbul nüfusunun ihtiyacına cevap verecek çeşme ve sebil yapılarının çoğalmasında karşımıza çıkmaktadır. Şehir surları dışında kalan Boğaz' in her iki yakası ile mesire yerlerinde inşa edilen bu çeşmelerde ortaya çıkan asıl yenilik anıtsal meydan çeşmeleridir. Çoğunluğunu klasik dönemdeki sivri kemerli bir nişten ibaret cephe tasarımını değiştirmeden devam ettriren örneklerin oluşturduğu çeşmeleri, yerlerini yeni bir üslubun doğmasına yol açacak canlı motiflerle zenginleştirilmiş bir cephe tasarımına bırakmaya başlamıştır. Beyaz mermerle kaplı çeşme cephesi, yuvarlak kemerli istiridye kabuğu şeklindeki derin nişle dolgulanmış, ayrıca ön cephe dışa doğru taşırılarak iki yana yerleştirilen süslü suluklarla zenginleştirilerek üç üniteli çeşme tasarımı yaygınlık kazanmıştır. İncelenen dönemde gerek plan tasannu gerekse süsleme programı açısından aynı paralelde bir değişimi yansıtan abidevi boyuttaki dört cepheli meydan çeşmesinde, yüzeyi mimari elemanlarla hareketlendirme köşelere yerleştirilen sebillerle başarılı bir şekilde çözümlenmiştir. Topkapı Sarayı önündeki III. Ahmet Çeşmesi'nde sebil formu Barok anlayışa zemin hazırlayan bir biçimde yapı bünyesine dahil olmuştur. Bezemede klasik motiflerin yanı sıra rumili kıvrımlı dallar en sık kullanılan motifler olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha sonraki örneklerde rumili kıvrımlı dallar dolgunlaşarak yapraklı ve aşın kıvrımlı dallara dönüşmüş, Barok üslubun sevilen motifleri olarak kullanılmağa devam etmiştir. Çeşme cephelerinde sıklıkla karşılaşılan diğer bir kompozisyon vazolar içine oturtulmuş çiçek buketleri ile kaseler içindeki meyva düzenlemeleridir. Çiçek sevgisinin çok gelişmiş olduğu bu dönemde çeşitli çiçek buketlerinden oluşan kompozisyonlar en parlak devrini yine bu dönemde yaşamış ve dekoratif sanatlara da geçerek günün motifleri haline gelmiştir. XVIII. yüzyılın başlarında İstanbul halkının sosyal ve kültürel yaşamındaki değişikliklerin göstergesi olan bu motifler, bir süsleme öğesinden çok bir natürmort oluşturmuşlardır. Cennet meyvalan yerlerini dünya zenginliklerine bırakmaya başlamıştır. Bu dönemde değişikliğe uğramaya başlayan bir başka yapı türü de sebillerdir. Klasik dönemin keskin köşeli sebil cephelerinin yerini dairesel planlı, dışa doğru kavisli biçimlere bırakmaya başlamış, klasik dönemde işlenmeyen kemer gözlerinin içi, üçgen B£ YÖKSEKÖĞ R FFÎM KUMJLI DOKÜMANTASYON MERKEZ?köşelikler ve alınlık tasımlan bitkisel motiflerin ağırlıkta olduğu bir kompozisyonla yoğun bir biçimde süslenmiştir. Çeşmelerden farklı olarak, döğme demir ya da bronzdan dökülmüş bitkisel bezemeli pencere şebekelerinin en güzel örneklerini bu dönem sebillerinde bulmaktayız. Camiler, medreseler, sıbyan mektepleri, köşkler ve saraylara kıyasla III. Ahmet döneminde yapılan ticari hanların sayısı azdır. İstanbul'un ticaret hayatında önemli bir yeri olan Emînönü-Mahmut Paşa ve Beyazıt hattı üzerinde biri çuhacı diğeri sırma kumaş işleyen esnaf ve sanatkarlar için iki han yaptırılmıştır. Günümüze ulaşmayan Simkeşhane binası XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı şehiriçi hanlarında uygulanmaya başlayan üç katlı hanlar tipinde, Çuhacı Han ise yangınlar ve eklemelerle büyük ölçüde özgünlüğünü kaybetmiş, iki katlı ve revaklı bir avlu etrafinda sıralanan odalardan oluşan klasik şehir hanları plan tipinde inşa edilmiştir. XVIII. yüzyılın ikinci yansından itibaren birer sanayi kuruluşuna dönüşecek olan Tophane-i Amire, Tersane ve Darphane, III. Ahmet döneminde teknik donanımlarında ve mekan kullanımında esaslı değişikler yapılarak modernleştirilme yoluna gidilmiştir. Sarayın ve İstanbul'da oturan zengin halk tabakasının Batı'dan gelen etkilere daha açık olduklan bu dönemde, Fransa ile artan ticari ilişkiler çerçevesinde bazı görüşler benimsenmiş, geleneksel zenaatlann yaşatılmaya çalışılması yanında bu dönemde İstanbul'da birkaç tane de imalathane kurulmuştur. Bunlar makine ve aletlerle donatılmış bir yün imalathanesi, az sonra ipek imalathanesi ve Tekfur Sarayı içinde faaliyet gösteren çini imalathanesidir. Bulunduklan yer ile teknik ve mimari özellikleri hakkında çini imalathanesi dışında hiçbir şey bilinmemektedir. Bütün bir döneme damgasını vuran Nevşehirli İbrahim Paşa, İstanbul'da giriştiği imar faaliyetleri çerçevesinde depremde yıkılan İstanbul surlan ile yanan Kız Kulesi'nin de onarılarak yenilenmesini sağlamıştır. SUMMARY Ottoman Empire, that were shaken by the internal crisis and the military defeats at the end of the 17th century and the beginning of the 18* century, had enter into a peace period even if it was a very short one. In this short period, lasted till the Patrona Uprising, (1730) construction activities had been accelarated due to economical conditions that were partially improved by the decreasing military expenditures and and the measures that were taken. If we take a look at the architectural activities of Ahmet III., the following years after the signment of Pasarofça Treaty and Twenty-Eight Çelebi Mehmet Eftendi's return from France, had been an intensive construction period in terms of the development of the Istanbul. Although the very first important attempt, that is the Üsküdar Yeni Valide Complex, is akin to the complex tradition of the classical period in terms of its general settling order and its architectural features, we come across with the applications that refer to the emerging changes of this period because the fountain, open turbeh, sebil were considered as together in a way having of striking apppearance on the facade. The most remarkable feature of the complexes of Ahmet III.' s period that continues the 17* century small scale complex tradition with a small number of samples is that the constructions were located in scattered way without ever possessing a certain geometrical order. Although Nevşehirli Ibrahim Paşa Complex located in Şehzadebaşı does not reach a monumental dimension in terms of the general settling order, the masjid and the library buildings that were located in the central position symetrically in the whole, that consisted of masjid, madrasa, library, sebil, and fountain, are the prominent samples of this period. It is seen that the fountain that is included in the structures of the complexes in this period were becoming conspicious like sebil and shadirvan with their embroidering apart from the functions of hazh-e walls. From the end of the 17* century the plainness of this classical period was lost with Amcazade Complex theornamented metallic systems and big and segmented arched spaces were started to be used. In addition to this, the printing press entered into Turkish cultural life and with its effect the library buildings included in the complex plans were seen as a peculiar innovation of this period. As for the mosques and masjids, the buildings apart from the only monumental sample like Yeni Valide Mosque with its eight braced planning schemes improved in the Mimar Sinan Period, they are composed of wooden roofed masjids which reached to our days after loosing their originality to a great extend or square planned mosques covered with dome. In this period, the fact that there were no big sized constructions except for Yeni Valide Mosque, can be explained with the relations between the structural movements and population and the economical power. Therefore, we can accept the mosques and masjids constructed in Lale Period in terms of planning desings as small scaled samples having no significance in Ottoman architecture, in other words as having no innovation and which continues the models of the previously developped models of mosques and masjids. Madrasas shared the same courtyard with the small mosques and the complexes or they were constructed individually as in the cases of Şehzadebaşt, Vefa, and Bab-i AH. In both madrasa constructions, the courtyard that has become traditional since the 15a century was surrounded by porticos and at the back by domed and vaulted chambers, and classroom places. The increase in the number of the libraries in both the complex plans and the individual ones can be explained with the entrance of the printed books into Turkish culture. Şehit Ali Pasha in Vefa (1715), Enderun Library of the Topkapi Palace (1719) and the library near the Turhan Sultan Tomb in Eminönü (1724) postdated the Köprülü Library (1661) that was first individually constructed in Istanbul. Şehit Ali Pasha and Enderun Library differs in planning schemes among the library structures that were founded on the basement floor that were rised in order to protect the books from humidity by giving primary importance to the functional requirements. In Şehit Ali Pasha Library the square planned actual reading parlour, that is covered bypendentive dome, take a rectangular shape by openning outside with three sharp arches that binded together with iron beams. The application of the expansion of the reading parlour by covering it with a vault were also used in Ayasofya Library in Mahmut I. period. The real innovation had been seen in Enderun Library among the libraries of this period in terms of their planning schemes. Domed place had became the center by expanding it with three walled vaulted antechambers of rectangular shape in three directions except for the entrance. This planning type had became the model for the 18th century libraries. In this period, another example for the complex construction of Ottoman architecture, that is Primary Schools (sıbyan mektebi), had become individual buildings by designing them with sebil and fountain in their lower floors. In the second half of the 1801 century they became the best examples among the Baroque style construction types. The most remarkable innovation of this period was the increase in the number of the private residences that constructed around the Golden Horn and the seacoast of the Bosphorus, especially for the sultan and the grand vizier, and the high officials of the palace and the riches. The city, restricted with the inner circle of the rampart, began to expand towards the seacoast because of the increase in the population. Nevşehirli Damad Ibrahim Pasha undertook the construction of Istanbul after 1718, and he began his construction activities from Kandilli Palace, and it was followed by Karaağaç Coastal-palace near Golden Horn and Beşiktaş Yalısı (mansion), because Austrian and Venetian envoys, that would come to Istanbul for the signment of the peace treaties, should not have seen the palaces of the sultan in such a bad condition owing to the prolonged military campaigns and the negligience of the State. The seacoast and the principal walls of the shipyard garden was located directly on the water and the Aynalı Kavak Kasrı (summer palace) (1722) that was surrounded by three opennings and caged gallery was added to it. 10The palaces and the summer palaces of this period, that were built with wooden materials in a very short time could not survive today, only the names of them still exist. The intensive construction activities of Ahmet III. had reached its peak with the building of the Sadabad Palace (1722) shortly after ambassador Çelebi Mehmet Effendi returned from France. The most significant characteristic of the Sadabad Palace, which was a summer palace constructed on a very wide area, was that the Kağıthane Stream was directed towards an orderly canal and in front of the palace it was blocked by a marble dam and let it flow through the marble waterfalls. The separate chambers for men and women were side by side and arrayed in a long parlor or aisle and those chambers were located on columns that enabled the residents of the palace to watch the waterfalls and the jet of water spouted upwards. Thirty-columned Kasr-ı Neşat, that was constructed near the harim chamber, was in compliance with the hall of audience (divanhane) scheme with four walled vaulted antechamber widely used in Turkish civilian architecture. In Sadabad palace, the most significant innovation of Western influence was that by giving primary importance to the canal and the pool connection the whole buildings were arranged in a way that could be seen by everyone. Circle of palace frequently came to these sites and there they organized trips and entertainments. Sebil and pool, that had great significance in the traditional Turkish palace architecture, restyled in Kağıthane Complex with the aid of Çelebi Mehmet Effendi' s narrations and the gravures, books, drawings that brought by order and found in Topkapi Palace Library. After Sadabad was completed, this construction activities had been accelareted on the most beautiful locations of the Bosphorus. Stone or brick materials were replaced by cheaper and light wooden materials that enabled shortening of the construction time of the seacoast palaces which were consisted of paviGons and kiosks with two or one storey. As for the planning scheme, in Turkish civilian architecture widely used hall of audience (divanhane) model with four walled vaulted antechamber and its three walled vaulted variations were exercised and the tradition IIof marble installed square planned parlor in the middle of the main place and the pool with spouter was continued. The square planned middle place that we come across in the Amcazade Yalısı Divanhanesi in Çengelköy that was built in 17th century remind us of the Anatolian houses with their projecting parts in three directions. One of the projecting parts was on the sea and the place design application was open to the view in three directions. The most striking tendency in the period of Ahmet IH. is that the number of the sebil and fountain structures increased in a way to meet the needs of the increasing population of Istanbul. The main innovation of this emerging fountains that were constructed on both sides of Bosphorus outside the city ramparts and in the recreation sites was monumental square fountains. The fountains that mostly continued the samples of facade designs which only consisted of sharp arched niche in the classical period started to leave its place to a facade design that was enriched by vivid motifs that will result in the creation of a new style. The main characteristic of the fountain facades covered with white marble are their deep niches in the shape of a rounded arched oyster shell. In addition to this, the three united fountain designs enriched with ornamented water cups placed in both sides by projecting the front facade. In this period in terms of both its planning design and its ornamentation plan, the four façaded square fountain, which has a monumental dimension, reflected parallel changes. The sebil types that placed on the corners of the fountain had solved the problem of motioning on the surface. The sebil form in Ahmet III. Fountain in front of the Topkapi Palace was included in a structure in a way that would prepare grounds for Baroque notion. In the ornamentation, rumili curled branches were the most frequently used motifs. In the following works, those rumili curled branches became full of leaves and they were continued to be used as the popular motifs of the Baroque style by becoming extremely curled branches. Other composition that could be traced on the fountain facades were the bunch of flowers in the vases and the fruits in the bowls. In this period, those composition of flowers passed their brightest era and they became 12the motifs of the time. Those motifs were the signs of the cultural and social changes in the lives of the citizens of Istanbul. Those motifs became natürmort elements rather than being ornamental ones. The fruits of the Paradise left their places to the richness of the world. Another structure type that was changing in this period were the sebils. The sharp edged sebil facades in the classical period started to leave its place to the rounded planned convex forms. The holes inside the arches that were not ornamented in the classical period were embroidered intensively with a composition that includes mainly triangular cornerstones and pediment parts that made use of motifs. We find the best examples of plant ornamented window system apart from the fountain molded either from forged iron or bronze, are the sebils of this period. When compared with the mosques, madrasas, primary schools, kiosks and palaces, the number of the caravansaries built in the Ahmet III. period is very few. In the line of Eminönü, Mahmutpaşa, Beyazıt, which played an important role in the trade life of Istanbul, two caravansaries were built, one of them for broad cloth tradesmen and other for tradesmen and artisans that produce cloth with silver or golden embroidery. Şimkeşhane building which did not reach to our days, was included in the group of three storeyed inns that started to be constructed in the city inns of Ottoman Empire since the 18th century. Çuhacı Inn was consisted of rooms surrounding two storeyed and porched courtyard that had the style of classical city inn that lost its originality to a great extend because of the fires and restorations. Tophane-i Amire, Tershane and Darphane that would turn out to be industrial institutions from the second half of the 18* century were modernized by some principal changes in the technical equipments and place usage in the period of Ahmet III. In this period, in which the riches living in Istanbul and the palace, were prone to the effects of the West, some ideas adopted in the framework of increasing trade relationships with France. A few workshops were established besides the struggle for the survival of the traditional handcrafts. These are a wool workshop equipped with machine and tools and a silk workshop and the china porcelain workshop that worked 13within the Tekfur Palace. There is no information about their location, technical and architectural features except for the china porcelain workshop. Nevşehirli Damad İbrahim Pasha, who was the significant figure in this period provided the restoration of burned down Kız Kulesi, and the ramparts of the Istanbul that were ruined in the earthquakes, in the framework of the construction activities executed in Istanbul. 14
Collections