Risk toplumu olgusu-Deprem riski etkisi altındaki yerleşimlerde kentsel açık alanların bir yöntem olarak irdelenmesi
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
Endüstrileşme dönemiyle birlikte, toplumlar hızlı bir modernleşme aşamasına geçmişlerdir. İlkel toplumdan modern topluma geçişte yaşanan hız olgusu, bireylerde bir adaptasyon sorunu doğurmuştur. Çünkü ilkel, toplumlarda gelişmeler doğayla paralel hatta doğanın egemenliği altında sürerken toplumun da buna adaptasyonu kolay oluyordu çünkü değişimler yavaş ve olumlu yöndeydi. Ancak modernleşme aşamasında bireyin eline verilen teknoloji denilen müthiş güçle birlikte toplumlar hızla değişip, gelişiyor ve bu sefer adaptasyon zorluğu çeken bu değişime ayak uyduramayan doğa oluyordu. Sanayileşme süreci, hızlı kentleşme ve nüfus artışını getirmiştir. 19. yy. öncesi nüfusu bir milyon olan yalnızca iki düzine kent varken, 1900 yılından itibaren bu sayı katlanarak artmaya başlamıştı. Çünkü modernleşme, bireyi kırsal alandan çıkarıp hızla, modern dünyanın beşiği olan kentlere sürüklüyordu. Birey özgürlüğünü yitirmişti. Hızlı fabrikasyon ve teknolojik gelişmeler sanayi kentlerinde yaşayan toplumların bireyselliğini elinden alıp, onları yeni bir sistemler dünyasına fırlatmıştır. Bu konularda araştırmalar yapan, Marx, Durkheim, Max Weber ve Engels gibi toplumbilimciler modern dünyanın karanlık yüzünü bize göstermişler, ama onlar bile ileride teknolojinin bu kadar büyük felaketler yol açacağını tahmin edememişlerdir. 19. yy.'ın ikinci yarısından sonra, teknolojik gelişmelerle yaşanan, çevre kirliliği, savaşlar, hızlı nüfus artışı, kentlerin yetersizliği gibi sorunlar modernleşme denilen sürecin yeniden tanımlanması gerektiği zorunluluğunu sunmuştur. Çünkü geleceğin görüntüsü artık hiç de parlak değildir ve uzmanlar bu çıkmaza karşı araştırmalarında yoğunlaşmaya başladılar. Bu anlamda tüm bu sorulara gerekli yanıtı veren Alman sosyolog Ulrich Beck olmuştur. Kendisi araştırmalarında bu karanlıkfenomoniye dikkati çekiyor ve ilk kez modern toplumun yeni adı olan `Risk Toplumu` kavramını ortaya atıyordu. Bu kavramın altına modernleşmenin, modern toplumun tüm paranoyalarını ve çıkmazlarını koyuyordu. Risk toplumu, modernleşmenin eskimiş yüzüdür, risk toplumu ile endüstri toplumu arasındaki en önemli fark ise; endüstri toplumunda oluşumlar iyilerin ( sosyal güvenlik, iş vb.) dağılımı iken, risk toplumunda oluşum risklerin dağılımıdır. Bu yüzden endüstri toplumları birbiriyle ilişkiliyken, risk toplumları daha dağınık bir yapıya sahiptirler. Bu anlamda risk toplumları üzerinde çalışmalar yapılırken geleneksel endüstri toplumunun formatlarından yararlanmak yalnızca bir zaman kaybıdır. Risk toplumu güvensizleştirilmiş bir toplumdur. Güvenliğin olmadığı yerde korkular başlar ve bizler de bu korkularımızla yaşamaya çalışıyoruz. 1 7 Ağustos 1 999 depremi ile birlikte bizler de birer risk toplumu olduğumuzu anlamış bulunuyoruz. Bu önemli felakete karşı hazırlıksız yakalanmamızdaki en acı nokta, depremin bilincinde olunsaydı bile alınacak önlemlerin gene de yetersiz olacağının bilinmesiydi. Çünkü gerekli gelişme dinamiğinde ve kentsel ölçekte yapılanmalara yaklaşımda metodolojik hatalarla doluyduk. Bu kadar çok hasarın olmasını nedeni de bu hatalarımızdır. Deprem sonrası incelemelerde anlaşılan en önemli nokta, gerekli açık alanlara sahip olmamamızdı. Deprem sonrasında birey, güvenliği için aradığı açık alanları bulamadığı gibi, bir diğer yandan da mekanından uzaklaşmak istememiştir. Bu da mahalle ölçeğinde ihtiyaç duyulan açık alanlara karşı duyarsız planlamaların bir sonucudur. İkinci bölümde üzerinde durulan, iki yerleşim tarzının karşılaştırmalı analizi üzerinedir. Marmara bölgesi ve içinde yaşadığımız İstanbul, farklı tipolojik ve morfolojik gelişmelere sahiptir. Bir yandan hızlı nüfus artışını dengelemek için devlet desteğiyle oluşumlarına hız verilen modern yerleşimlerledoluyken, bir diğer yandan da yüzyılların izini taşıyan geleneksel kent dokusuna sahiptir. Bu açıdan bakıldığında incelemelerde bu iki oluşum üzerinde durmak gereği duyuldu. Modern yerleşim olarak seçilen Ataköy 7-8. Kısımla birlikte, geleneksel yerleşim alanı olarak da Kumkapı-Kadırga bölgesi seçilmiştir. Bu yerleşimlerde gözlemlenen açık alan süreçlerinde, modern yerleşim dokusunda görülen planlı açık alan kavramıyla, geleneksel yerleşimlerde görülen günümüzdeki haketmedikleri kullanım ve ticari baskının altında ezilmeleridir. Bu anlamda bakıldığında ise geleneksel yerleşimler her ne kadar ilk planlama aşamalarında yeterli açık alana sahip olsalar da, günümüzdeki rantçı mantıkla bu açık alanların deforme olduğu gözlemlenmektedir. Konstrüksiyon olarak sağlam olan inşa edilen eski binalar ticari mekanların kullanım şekillerinden dolayı değişime uğratılıp, kullanıcıların da o yerleşimdeki kentsel bilince sahip olmamaları nedeniyle kötü kullanım şekillerine maruz kalmışlardır. Modern yerleşimler de ise bu olgu sağlam konstrüksiyon ve sahiplenmişlik duygusuyla sürdürülebilir bir hal almıştır. Kentsel açık alanlar olarak ifade ettiğimiz kentsel dış mekanlar, risk anında dönüşecek risk zonları ve kurtarıcı mekanlardır. Risk toplumunda yaşayan bireyler ve uzmanlar olarak bizler bu konunun bilincine vardığımız zaman, risk anı geldiğinde hazırlıklı bir şekilde davranırız. By the age of the industry revolution, societies passed through a fast modernisation position. From primitive societies passing to a modern society as a fact of being `fast`, created an adaptation problem in a man. Because, while developments in the primitive societies used to be parallel also in the back side of the nature, adaptation of the societies used to be easy cause, changing facts were slow and in the positive way. But in modernisation time, with the power called technology which was given to us, societies were changing as fast as they can, so this time nature was the one who was not catching these developments. Industrialism, brought us fast civilisation and population. Before the 1 9. century, there used to be only two dozen city where one million people were living. Since 1900, this number decreased in nearly in every modern city. Because, modernisation, removed a man from the country life and threw through the cities which are the basic of modernisation. Man lost his freedom. Fast factorials and technologic developments, took away the individualism of the man living in industrial cities and threw them into a world of systems. Ones like Marx, Durkheim, Max Weber and Engels who made investigations about modernisation showed us the dark side of modernisation, but they wouldn't even though about how this technology could create disasters. After the second half of 19. century, problems like pollution, fast population, wars, chaotic cities because of technology, forced experts to rename the modernisation. Because, the view of future were not clear anymore. The one who answered all these questions was German professor Ulrich Beck. In his research he points out this dark phenomenon and for the first time he names the modern society as `RiskSociety`. This words includes all paranoia's of modernisation and modern societies. Risk societies are the old face modern societies. Most important difference between them is; while happenings in industry society are goods (work, social security ext. ), the happenings in risk society are risks. That's why, while industrial societies are connected each other, risk societies has a scattered position. In this meaning while working on risk society, try to get help from traditional society is just wasting time. Risk society is a insecure society. Where there's no security fears starts and we are trying to live with these fears. We realised that we're also a risk society, in the earthquake of 1 7th of august. Most painful point of being unready to this disaster is to know that though we knew when it'll happen nothing that we could do that time. Because we were full of methodological mistakes in development dynamics and in urban scale. The reason of all damages are these mistakes. After the earthquake important point was not to have enough open areas. After this disaster the man couldn't find any open areas while trying not to leave his own place. So this is the result of an unconscious planning in neighbourhood scale. In second part is the comparative analyse of two settlements. Marmara area and Istanbul that we're living in, has different topologic and morphologic developments. From one side it has modern settlements which is let by the government to built for to balance the population, in the other side has a traditional settlements which carries the food steps of centuries. From this point of view in investigations there's a necessity side happened to search these two settlements. Ataköy 7-8. th part is chosen as a modern settlement, Kumkapı-Kadırga is chosen as a traditional settlement. Open areas which is searched in these settlements,modern settlements has an open area mind but traditional settlement are under pressure of commercial and wrong using. Though the traditional settlements used to have enough open areas, these days we can see the damages in these areas. Though the buildings used to be strong in constructional way, deconstruction in trade areas, and not to have a city conscious of settlings, now they're deforming day by day. in the modern settlements we can see a sustainable form because of good using and strong construction. Open areas, are the saviour places and risk zones in risk position. As the living ones and experts we should get this conscious of this important thing, we act ready when the time has come.
Collections