Pilositik astrositomaların preoperatif radyolojik incelemeleri ile histopatolojik korelasyonu ve postoperatif radyolojik izlemi
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
71 ÖZET AMAÇ: Pediatrik yaş grubunda serebellar pilositik astrositoma ön tanısı ile öpere edilmiş olgularda, lezyonların serebellumun anatomik lokalizasyonlarındaki dağılımını, serebellar astrositomların radyolojik bulgularını, bu bulguların bir patern ile ilişkisini ve bu paternin histopatolojik tanı ile korelasyonunu saptamak. Ayrıca rest tümörün radyolojik bulgularını, bu bulguların radyolojik izlem ile gelişimini izlemek, postoperatif radyolojik incelemenin prognoz açısından değerini tanımlamak. GEREÇ VE YÖNTEM: Posterior fossa tümörü ön tanısı ile öpere olan 27 pediatrik qggnufl Dr8°Peratif. erken postoperatif (ilk 48 saat içersinde) ve izlem MR incelemeleri değerlendirildi. Birinci takip görüntülemeler 3-6 aylarda ( ortalama 4.5 ay), ikinci takip görüntülemeler 5-14 aylarda (ortalama 9.5 aylarda) elde edildi ve retrospektif olarak değerlendirildi. Yirmi yedi olgunun 16'si kız11 'I erkek olup yaş ortalamaları 9.3 (1.5-18) idi. Tümörler 4 radyolojik tipte izlendi. Tip l'de opaklaşmayan kistik komponent ile beraber opaklaşan mural nodul, Tip ll'de opaklaşan kistik komponent ve opaklaşan nodul, Tip IM'de solid, yoğun opaklaşan tümör ve tip IV'de ise yoğun opaklaşma ile beraber milimetrik kistler içeren tümör izlendi. Tümörlerin histopatolojik değerlendirilmesinde, aynı patolog tarafından DSÖ' nün 1993 yılına ait beyin tümörleri sınıflamasından yararlanıldı.72 BULGULAR: Preoperatif 25 MR, 11 BT incelemesi değerlendirildi. Radyolojik görünümlerine göre, olguların 4'ü tip I (%14), 10'u tip II (%37),3'u tip III (%11), ve 10'u tip IV (%37) tümör idi. Tüm olgulara cerrahi olarak rezeksiyon uygulanmıştı. Postoperatif dönemde ilk 24 saatte yapılan radyolojik incelemelerde 5 olguda (%18.5) rezidiv tümör izlendi. Çalışmamızda, ilk 48 saat içinde elde edilen erken postoperatif MRG incelemelerinde, operasyon lojunda doku defekti ve bu doku defekti çevresinde erken postoperatif incelemelerde opaklaşan nodüllerin bulunması, operasyon kavitesi kenarlarında nodüler (mural nodul gibi) opaklaşma görülmesi, operasyon kavitesinin komşuluğunda opaklaşmayan ancak sinyal intensitesi çevre dokudan farklı ve şekli normal serebellar dokuya uymayan doku izlenmesi, ayrıca T2 ağırlıklı incelemelerde zaman zaman minimal yüksek sinyal intensite değişiklikleri ve operasyon lojunda çok düzgün kenarlı kistin varlığı tespit edildi. Bu dönemde, bu bulguların operasyon bölgesindeki rezidiv tümör nedeniyle mi, operasyon sonrası değişiklikler nedeniyle mi meydana geldiğini söylemek güçtü. Bu nedenle, olguların postoperatif takip incelemelerine bakıldı. Bu incelemelerde, elde edilen radyolojik bulgularda bir değişikliğin olmaması, operasyon bölgesinde kalın nodüler opaklaşmaların izlenmesi ve iki olguda lezyon boyutlarında artış olması, görünümlerin rezidiv tümör olduklarını düşündürdü. Radyolojik olarak rezidiv tümörlerin ikisi tip IV, 4'ü tip II, biri ise tip I idi. Rezidiv tümörlerden ikisi (%40) tranzisyonel formda iken diğer 3'ü serebellar doku içinde bulunuyordu. İki olguda (%7) nüks izlendi. Nüksü olan olguların her ikisi tip IV radyolojik görünümündeyken, bunlardan biri tranzisyonel formda izlendi. Yirmi73 yedi olgudan 23'ünün patoloji prpaeratlan retrospektif olarak incelendi. Makrokisti bulunan olguların sayısı 8 idi. Bu olguların (makrokisti olanların) 3'ü radyolojik olarak Tip II iken, ikisi Tip I, 3'ü tip IV idi. Ayrıca makrokist izlenen olguların 5'inde kist duvarında vasküler proliferasyon saptandı. Buna karşın kist duvarında vaskülarizasyonu olmayan olgularda, kist duvarında izlenen tümör hücrelerinin sayısı vaskülarizasyonu olan olgulara oranla daha fazla idi (Bir büyük büyütme alanında kist duvarı vaskülarizasyonu olmayan olgularda 1 00 hücre varken diğerinde 20 hücre izlendi). SONUÇ: Serebellar astrositomaların görülme sıklığı açısından sağ ve sol serebellar hemisfer arasında belirgin fark izlenmedi. Olgularımızda, tümörler en sık vermis yerleşimli idi. Ancak, orta hattan perifere doğru gidildikçe, tümör görülme insidansında anlamlı bir azalma olduğu gözlendi. Beyin sapı yayılımının tümörün seyrini olumsuz yönde etkilediği saptandı. Histopatolojik olarak Grade I pilositik astrositomların, herhangi bir radyolojik görüntü ile karşımıza çıkabileceği belirlendi. Radyolojik Tipli olarak nitelendirilen ve kist duvarı opaklaşma gösteren pilositik astrositomların ile radyolojik Tipi olarak nitelendirilen ve kist duvarında opaklaşması olmayan pilositik astrositomalar arasında, histopatolojisinde vasküler proliferasyon açısından anlamlı bir fark olmadığı saptandı. Bir başka deyiş ile kist duvarındaki vasküler proliferasyonun, kistin radyolojik opaklaşma paterni ile bir ilişkisi olmadığı gözlendi.74 Şekil 17: Radyolojik Tip II pilositik astrositoma olgusu, aksiel T2(a), ve aksiel opaklı T1 (b) ağırlıklı incelemeler opaklaşan mural nödül eşliğinde kistik komponent izlenmektedir. Postoperatif erken dönem incelemelerde (aksiel ve koronal opaklı T1 ağırlıklı) operasyon lojunda çok düzgün konturlu kistin tabanında opaklaşan nödül(ok) rezidü lehine değerlendirildi (c ve d). Geç dönem incelemelerde (sagital ve koronal T1 ağırlıklı) opaklaşan nödüler kesimde büyüme izlenmektedir (e ve f).
Collections