Acil servise kronik obstrüktif akciğer hastalığı akut alevlenmesi ile başvuran hastalarda laktat klirensi ile prognoz arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), hava yollarının ve akciğerin, ilerleyici ve kalıcı seyreden inflamatuar hasarı ile karakterize kronik bir hastalıktır. Sigara dumanına, ısınma ve beslenme amaçlı kullanılan yakıtların dumanına ve partiküler maddeye maruziyetin, genetik ve kişisel risk faktörlerinin hastalığın gelişimine etki ettiği düşünülmektedir. Kişisel ve çevresel bu risk faktörlerine maruz kalan bireylerin kontrolü ile risk faktörlerinin eliminasyonu, hastalığın gelişme riskini azaltmak için önemlidir. KOAH kronik, ilerleyici ve önlenebilir yapısıyla toplum sağlığı açısından önemli bir sorundur.Hastalık kronik gidişinin yanı sıra, akut alevlenmelere de sebep olmaktadır ve alevlenmeler hastanın akciğer fonksiyonlarındaki kalıcı bozulmayla da ilişkilidir. Akut alevlenmelerin önlenmesi ile zamanında ve doğru tedavisi, akciğer fonksiyonlarındaki bozulmanın azaltılması ve dolayısıyla morbiditenin önlenmesi açısından önem taşımaktadır. Aynı zamanda mortal seyredebilen akut alevlenmelerde, hastanın prognozunu doğru değerlendirebilecek belirteçlere ihtiyaç duyulmaktadır. Literatür verileri incelendiğinde, KOAH alevlenmesinin yönetiminde, prognostik değere sahip bir biyokimyasal belirteç bulunamamıştır.Bu ihtiyaçtan yola çıkarak biz de, acil servise KOAH akut alevlenmesi ile başvuran hastalarda laktat klirensi ile prognoz arasindaki ilişki, retrospektif olarak inceledik.Yöntem: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Acil Servisi'ne 15.10.2014-15.10.2017 tarihleri arasında başvurmuş, hastane işletim sistemine KOAH atak tanısı girilmiş hastalar taranmıştır. Taramada 1046 KOAH atak tanısı almış hasta değerlendirilmiş olup, hastaların 158'inde hem acil servise başvuru sırasında hem de sonrasında kontrol kan gazı tetkiki bulunmaktadır. 158 hastanın 68'inde kan gazı tetkikinde laktat değerlendirilmiş olup, bu sebepten dolayı çalışmaya 68 hasta dahil edilmiştir.viBulgular: Çalışmamıza %26,5'i (n=18) kadın, %73,5'i (n=50) erkek olmak üzere 68 kişi dahil edildi. Yatışı yapılan ve taburcu edilen hasta grupları arasında başvuru sırasında laktat ve laktat klirensi açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı.Yatış yapılan grubun kontrol laktat ortalaması, taburcu edilen grubun ortalamasından daha yüksek olarak bulundu ve bu fark istatistiksel olarak anlamlı olarak görüldü (p=0,005).Çalışma grubunun başlangıç laktat ortalaması kontrol laktat ortalamasından daha yüksek olarak bulundu ve bu fark istatistiksel olarak anlamlı olarak görüldü (p=0,002).Tartışma ve Sonuç: KOAH'ın akut alevlenmesi, morbidite ve mortaliteye yol açabilen birçok farklı klinik tablodan oluşmaktadır. Hastaların prognozunu tahmin etmek için kolay, etkin bir şekilde ve rutin klinik pratikte kullanılabilecek bir biyokimyasal belirteç, henüz literatürde bulunamamıştır. Septik şokta ve diğer yoğun bakım hastalarında mortalite göstergesi olarak laktat ve laktat klirensi son yıllarda önem kazanmaktadır. Bu veriler ışığında acil servise başvuran KOAH hastalarında geliş ve kontrol serum laktat düzeyi ile laktat klirensi bir prognostik belirteç olarak çalışılmıştır. Yaptığımız çalışmada kontrol serum laktat düzeyi bakımından taburcu olan hastalar ile hastaneye yatanlar arasındaki fark anlamlı bulunmuştur. Laktat klirensi açısından yapılan kıyaslamalarda taburcu olanlar ile hastaneye yatanlar arasındaki fark, `p` değeri 0,05 bulunduğundan anlamlı olarak değerlendirilmemiştir; ancak p değerinin kesme değerinde olduğu dikkati çekmiştir.Retrospektif olarak yapılan bu çalışmanın sonucunu klinik pratikte kullanmak ve laktat klirensinin KOAH atağındaki prognostik önemini daha iyi değerlendirmek için daha geniş örneklemli, prospektif, kontrollü kilnik çalışmalara ihtiyaç vardır.Anahtar kelimeler: Pulmoner hastalıklar, akciğer kapasitesi, pasif içicilik, biyobelirteçler, laktik asit. Introduction and Objective: Chronic obstructive pulmonary disease (COPD) is a chronic disease characterized by progressive and persistent inflammatory damage of the airways and lung. Exposure to cigarette smoke, fumes used for heating and feeding, and exposure to particulate matter, genetic and personal risk factors, are thought to affect the development of the disease. Control of individuals exposed to these risk factors, personal and environmental, and elimination of risk factors is important to reduce the risk of developing the disease. COPD is a chronic, progressive, and preventable disease that is an important problem in terms of community health. The disease is associated with acute exacerbations as well as chronic progression, and exacerbations are also associated with permanent impairment of the patient's lung function. Timely and correct treatment with the prevention of acute exacerbations, It is of importance in terms of reduction of corruption and hence prevention of morbidity. At the same time, in acute exacerbations in mortality, there is a need for indicators that can accurately assess the prognosis of the patient. When reviewing the literature, no biochemical marker with prognostic value was found in the management of COPD exacerbation. Based on this need, the relationship between lactate cholesty and prognosis in patients presenting with acute exacerbation of chronic obstructive pulmonary disease has been investigated retrospectively. Method: Çanakkale Onsekiz Mart University Hospital Emergency Service, between 15.10.2014 and 15.10.2017, patients who were entered COPD episode in the hospital operation system were scanned. There were 1046 cases of COPD attack in the screen, of which 158 have inflow and control blood gases. In 68 of 158 patients, lactate was assessed in the blood gas and 68 patients were included in the study for this reason. Results: 68 people were included in the study. 26.5% of them are women and 73.5% are men. There was no statistically significant difference between the hospitalized and discharged groups in terms of lactate and lactate levels. The mean control lactate levelviiiof the hospitalized group was higher than the mean of the discharged group and this difference was statistically significant. The starting lactate averages of the study group were higher than the control lactate averages and this difference was statistically significant. Discussion and Conclusion: COPD consists of different clinical pictures that may lead to acute exacerbation, morbidity and mortality. A biochemical marker that can be used in routine clinical practice in the prediction of prognosis in patients cannot be found in the literature. Lactate and lactate clearance have become important in recent years in septic shock and other intensive care patients. It is thought that follow-up of vital signs due to compensatory mechanisms in intensive care patients does not provide adequate prognosis estimation. In the light of these data, the serum lactate level and lactate clearance in COPD patients were studied as a prognostic marker. In our study, the difference between the control serum lactate level and the patients who were discharged was significant. The difference between the patients who were discharged and hospitalized in the comparisons with lactate clearance was not statistically significant as the lar p da value was found to be 0.05; but it is worth noting that p is the cut-off value. There is a need for wider sampled, prospective, controlled studies to better utilize the result of this retrospective design in clinical practice and better assess the prognostic significance of lactate clearance at COPD. Key Words: Pulmonary disease, pulmonary capasity, passive smoking, biomarkers, lactic acid.
Collections