dc.description.abstract | Osmanlı İmparatorluğu'nun Afrika kıtasının kuzeyindeki mevcudiyetinden bir asır sonra Türkiye Cumhuriyeti bugün Sahra'nın ötesinde konumlanma tutkusu içerisinde. Onyıllar boyunca Sahraaltı Afrika'da varlık göstermemiş olmasına rağmen günümüz Türkiyesi kıtanın bu kısmında eylemlerini arttırarak varlık gösterme niyetinde. Ekonomik büyümeyle beraber Türkiye hem bölgesel güç olma iddiasını daha da sağlamlaştırmak hem de yeni pazarlara açılmak istiyor. Uluslararası platformda önemli bir aktör olma yolunda ilerleyen Türkiye Sahraaltı Afrikayı da göz ardı etmeyen etkileyici bir dış politika etkinliği sergiliyor. Sahraaltı Afrika veya halen zikredildiği şekliyle Kara Afrika genel olarak Batı Afrika, Doğu Afrika, Orta Afrika ve Güney Afrika olarak adlandırılan dört alt bölgeye ayrılır. Sahra Çölü tarafından Kuzey Afrika'dan coğrafi olarak ayrılan Sahraaltı Afrika, içinde adaları da barındıran 49 ülkeden müteşekkildir ve Afrika kıtasının özellikle ekonomik yönden en yoksul kısmını oluşturur. Aynı zamanda kıtanın politik yönden de en hareketli kısmıdır. Bununla birlikte bu gerçeklerin birçok çelişkiyi de bir arada bulundurduğunu açıkça söyleyebiliriz çünkü Afrika'nın bu kısmı doğal kaynaklar açısından zenginlik içinde yüzmektedir. Sahraaltı Afrika uluslararası sistem içerisinde birçok döneme tanıklık etti. Tutku uyandırıcı olduğu kadar daynılması güç, uzun bir yolculuğun sonucunda Sahraaltı Afrika ülkelerinin çoğu bugün bağımsızlık ve egemenliği tatmış vaziyetteler. Bu ülkeler hemen hemen elli sene önce bağımsızlıklarını ilan ettiler. Köle ticareti, sömürgeleştirme, kuzey-güney münasebetleri ve küreselleşme gibi olgular uluslararası sistem içerisindeki varlıklarının alametifarikası haline geldi.Uzun müddet dış güçlerin tahakkümü altında kalmış bu ülkeler ; bugün siyasi, ekonomik ve kültürel yönden istikrarsızlık içerisindeler. Sömürgeci devletlere kaşı kazanılan bu bağımsızlık zaferleri Afrika ülkeleri için her ne kadar gurur verici ve umut besleyici bir adım olsa da günümüz uluslararası toplumunun önerdiği karşılıklı bağımlılık oyununda Afrika ülkeleri her zaman bağımlı olan tarafta. Gezegenin en az gelişmiş kırk sekiz ülkesinden otuz üçü Sahraaltı Afrika'da yer alan ülkeler. Sahraaltı Afrika'nın yansıttığı tablo özellikle Fransa, Çin ve Türkiye gibi ülkeleri Afrikalılarla iş birliği yapma niyeti öne sürülerek Kara kıtaya getiriyor. Bununla birlikte bu ülkelerin Sahraaltı Afrika'ya karşı sergiledikleri diğergamlığın arkasında ekonomik menfaatlerin önemli bir rolü olduğu açık. Her şeyden önce, eski sömürgeci güç olarak Fransa eski sömürgeleri üzerinde büyük bir nüfuza sahip. Fransa, bugün, az gelişmiş ülkelere ayrılan fonları destekleyen üçüncü ülke durumunda. Kalkınmaya ayırdığı desteğin yarısını da Afrika'ya harcıyor. Ancak yine aynı Fransa'nın, % 30'luk pazar payıyla Sahraaltı Afrika'nın en büyük tedarikçisi olduğunu eklemek gerekiyor.Bunun dışında, Bandbung'da bağımsızlığa yürüyüşlerinde Afrikalılara açık desteğini ilan ettiğinden beri tarihi bir dost olarak görülen Çin Halk Cumhuriyeti Afrika'ya tercihli oranda borç ödeyen birinci ülke olmakla birlikte Afrika kıtasının üçüncü ekonomik ortağı. Son olarak « Osmanlı Barışı » sayesinde Afrikalıları dayanışma içerisinde tuttuğuyla övünen Türkiye, Afrika'nın stratejik ortağı haline geldi ve Afrikalılarla yapılan ticaret hacmini hızlı bir biçimde arttırma yolunda.Afrika, geleneksel piyasaları doygunluğa ulaşmış birçok ülke için etkili bir hammadde tedarik kaynağı olmaya ama aynı zamanda da işlenmiş ürünlerin sürümüne odaklanmış büyük bir dinamik Pazar olma niteliği taşıyor. Bugün, Fransa veya Çin'e kıyasla Sahraaltı Afrika'ya girişi gecikmiş olan Türkiye'nin etkisi henüz pek yaygın sayılmaz. Seleflerine göre pozisyonunun daha zayıf olduğu söylenebilir.Ancak Sahraaltı Afrika'yla ilişkilerinin hareketlenmeye başladığı 2003 senesinden 2008 tarihine dek yaşanan hadiseler, Afrika'nın stratejik partner olarak kabul edilmesi, beş sene içerisinde Türkiye'nin, iki tarafın da birbirlerini yakından tanımamasından kaynaklanan bilgi eksikliğinin de ayrıca neden olduğu daha önceden belirsiz olan ilişkileri canlandırmayı başardığını gösteriyor. Gerçekte Türkiye'nin Afrikaya açılmasının ve siyasi olarak harekete geçişinin kökleri 1980'li yıllara, Sahraaltı Afrika'yla birçok kez yakınlaşma girişiminde bulunan Başbakan Turgut Özal'a dayanıyor. Bu süreç içerisinde bahsi geçen girişimle birçok engelle karşı karşıya geldi. Özelikle 1990 yılında patlak veren Körfez Savaşı Türkiye'yi, getirisi zayıf olan Afrika'da siyaset yapmanın riskini yeniden ele almasına ve Avrupa ve Asya arasında oynadığı rolü yeniden değerlendirmesine neden oldu. 1998 senesinde, dönemin meşhur dışıişleri bakanı İsmail Cem ünlü Afrika Açılım ve Eylem Planı'nı hükümet nezdinde benimsetmeyi başardı. Bu plan Türkiye'nin Afika'da geleneksel etkinlik alanının dışında kalmış veya gözden kaçırılmış olan kısmı olan Sahraaltı Afrika'da veya diğer bir deyişle Kara Afrika'da ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesini amaçlıyordu. Bu sırada açılımın gerçekleşmesinin önüne başka engeller de çıkıyordu : Terörist PKK örgütünün lideri Abdullah Öcalan'ın yakalanması, 1999 yılında yaşanan büyük depremve 2001 ekonomik krizi gibi birden bire kestirilemez şekilde patlar veren iç meseleler. 2002 senesinde, AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) iktidara geldi ve Afrika Açılım ve Eylem Planı'nın hayata geçmesi adına önemli adımlar atmaya başladı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir Türk başbakanı bir Sahraaltı Afrika ülkesine resmi ziyarette bulundu. Önek olarak, 2005'te Başbakan Recep Tayip Erdoğan, Etiopya'da ve Güney Afrika Cümhuriyetinde resmi ziyaretler gerçekleştirmiştir.2005 yılında Türkiye, Afrika Birliği'nin gözlemci üyesi olur ve hatta 2005, Afrika yılı kabul edilir. 2008 Ocak ayında, Addis-Abeba'daki onuncu zirve esnasında ise Afrika Birliği, Türkiye'yi Afrika'nın stratejik ortağı ilan eder. Sonrasında, 2008 Ağustos ayında, İstanbul'da ilk Türkiye-Afrika zirvesi düzenlenir ve bu zirveye pek çok Afrika ülkesinin devlet başkanları ve başbakanları katılır. Bu zirveden sonra Afrika'nın 53 ülkelerden 51 ülke Türkiye'ye oy vermişti ve Birleşmiş Miletler güvenlik konseyindeki geçici üye olarak Turkiye seçildi.Bu yeni Türkiye-Afrika stratejik ortaklığı, geçmişe rağmen, daha şimdiden hem siyasi hem de ekonomik alanda olumlu sonuçlar doğurdu.Türkiye-Afrika arasındaki diplomatik ilişkiler de ciddi anlamda gelişmiştir. Bunun en somut örneği, Sahraaltı Afrika'da Türkiye'nin diplomatik temsilcilerinin sayısındaki artıştır. Öyle ki 2008 yılına kadar Sahraaltı Afrika'da yalnızca yedi Türk Büyükelçiliği varken, bugün planlanan toplam Büyükelçilik sayısı on beş olmuştur.Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda, 2008 senesinde, Afrikalılar Türkiye'ye destek vermekten çekinmediler. Bu süreç, BM nezdinde Afrika'nın sözcülüğünü yapmak olarak görüldü ve Afrika'ya karşı ahlaki bir sorumluluk ilan edildi.Ekonomik yönden ise 2008 yılında Türkiye Afrika Kalkınma bankasının yirmi beşinci üyesi oldu.Türkiye aynı zamanda, Afrika'yla arasında bir dış ticaret köprüsü kurmuş, Sahraaltı Afrika ile olan ticaret hacmini ciddi anlamda büyütmüş ve her yıl düzenlediği forumlarda Türk ve Afrikalı iş adamlarının buluşturmuş, böylece Afrikalıların da ticaret güzergahı olarak daha çok İstanbul'u tercih etmelerini sağlamıştır.Türkiye'nin Sahraaltı Afrika ile ilişkileri gayet iyi olup, Afrika'nın diğer ilişkilerine (Fransa ve Çin) göre çok daha sorunsuz biçimde gelişmektedir.Bununla birlikte , Türkiye'nin Sahraaltı Afrika'daki girişimlerine Afrikalıların bakışının Türklerinki kadar olumlu olduğu söylenemez. Türklerin, Sahraaltı Afrika'daki girişimlere bir dayanışma ve ortaklık ruhuyla yaklaşmaları, örneğin 2008'deki Türk-Afrika zirvesinin isminin « ortak bir gelecek için birlik ve beraberlik » oluşu, hâlâ hafızalarında sömürgeliğin olumsuz izlerini taşıyan Afrikalıların, Afrika'nın Türkiye ile böyle bir uluslararası işbirliğine girmesine şüphe ile yaklaşmalarına neden olmaktadır.Türkiye'nin Sahraaltı Afrika'daki etkinliğinin yalnızca ekonomik çıkar sağlamak ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda sayıca ağırlığı bulunan Afrika ülkelerinin desteğinden faydalanmak olduğunu düşünmekten çekinmemektedirler.Bununla birlikte, Türkiye'nin Sahraaltı Afrika'da ekonomik çıkarlarının olduğunu dikkate alabiliriz ancak Fransa ve Çin'in Sahraaltı Afrika'daki ekonomik menfaatleriyle mukayese etiğimizde Türkiye'nin Sahraaltı Afrika'daki menfaatinin çok daha az belirgin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Örneğin Türkiye'nin Afrika'ya ithalatı, esasında yapı malzemelerinden müteşekkil olan ihracatından daha az.Bu, Türkiye'nin Sahraaltı Afrika'daki varlığının sadece doğal kaynakları elde etmeye yönelik değil aynı zamanda da inşa üzerine temellendiğini gösteriyor ki zaten bugüne kadarki projeler bunu hedefliyor.Sonuç olarak Türkiye'nin kısa bir geçmişi olan, Sahraaltı Afrika'ya yönelik eylemleri henüz kesin bir yargıda bununmamızı sağlayabilecek bir netliğe ve etkiye sahip değil.Öte yandan, Türkiye Afrikalılar tarafından, Afrika'da kalkınma eksenli faaliyet gösteren, etkisi henüz kestirilemeyen fakat şimdilik yan etkilerinin olmadığı görülen bir ilaç olarak algılanıyor. | |
dc.description.abstract | One century after the presence of the Ottoman Empire in the northern part of Africa, the Republic of Turkey wants to develop its relationship with the sub-Saharan African countries. In fact, because of its old relationship with the countries of northern Africa, the activities of Turkey were essentially concentrated in this part of Africa but today Turkey wants to act and diversify its activities everywhere in the continent.Turkey, with a growing economy, also wants to open some new markets in sub-Saharan African countries that we can consider to have markets that are still young and dynamic in comparison to Turkey?s old markets, which are now saturated. At the beginning we can remark that, Sub-Saharan Africa, also called Black Africa, is generally divided into four sub-regions known as: West Africa, East Africa, Central Africa and Southern Africa.Sub-Saharan Africa is separated off from North Africa by the Sahara desert. It consists of 49 countries including the islands, and is the most impoverished region of the African continent, particularly in terms of its economy. It is also the most turbulent region politically. However, it may seem exact to observe that these realities hide great paradoxes, since this region of Africa also boasts some very valuable natural resources.Sub-Saharan Africa has gone through several eras with relation to its international system. The independence and sovereignty which most Sub-Saharan countries now enjoy is the fruit of a long process which was as grueling then, as it is now fascinating.It is now about 50 years ago that these countries have become independent states. Slave trades, colonization, North-South relationships and globalization have therefore left their mark on the international system.Having remained dominated by foreign powers for such a long time, these countries are now destabilized just as much politically as economically and culturally. Even if the snatched independence from the colonizing powers was once a source of pride and resulted in much hope for these countries, one has to ascertain that these countries are still very dependent in this game of interdependence around which the international society resolves.Amongst the forty-eight least developed countries in the world, thirty-three are located in Sub-Saharan Africa. The lie of the land which Sub-Saharan Africa offers has led several other states, notably France, China and Turkey, to propose to Africans co-operations. Yet there exists behind the altruism which these countries show towards Sub-Saharan Africa, a number of economical stakes.Firstly, France, which as a former colonizing power retains much of its influence, is today the third silent partner of less developed countries. France even dedicates half of its aid for development to Africa, but one must also add that France features as the number one supplier to Sub-Saharan Africa, with a market share of close to 30%.Secondly, the People's Republic of China, seen as a historical ally since it offered its support to the Africans of Bandung in their quest towards independence, is today not only its number one money-lender at prime lending rate, but also Africa's third economic partner.Finally, Turkey, which advocates its solidarity towards Africans through the Pax Ottomana, has become a strategic partner of Africa and is starting to multiply the volume of its business trade with Africans.In this way Africa presents itself as a vast and dynamic market intended for the distribution and sale of manufactured products, as well as an efficient supply source of primary materials for several countries whose traditional markets have become saturated.The relatively late arrival of Turkey in Sub-Saharan Africa compared to France or China, considering its current influence is still limited, appears to show that Turkey is in a weaker position than its predecessors.However, when one observes Turkey's progress is Sub-Saharan Africa, whose actions in effect started in 2003, and which by 2008 had managed to attain the status of strategic partner with Africa, one can conclude that in just five years, Turkey has been able to revitalize its relations which may at first have seemed uncertain, in view of the lack of knowledge from both sides and their first failed attempts at pprochements.Indeed, the political plan of action to open up Turkey to Africa finds its roots in the 1980's thanks to president Turgut Özal, who made frequent attempts at rapprochement with Sub-Saharan Africa. These attempts were to stumble upon several obstacles, particularly the triggering of the Golf War in 1990, which brought Turkey to revalue its geo-strategic role between Europe and Asia, at the expense of its politics in Africa where the stakes were too low.In 1998, the then Turkish foreign affairs minister, Ismail Cem, succeeded in passing through government the famous plan of action to open up to Africa ( Afrika Açılım ve Eylem Planı ). This plan would focus on developing economic and political relations with the area of Africa which usually escapes Turkey's traditional field of action: in this case, Sub-Saharan Africa, or Black Africa. Yet other new obstacles were to come in the way of this plan for Africa. That is to say: spastic internal political movements, the capture of Abdullah Öcalan, head of the terrorist organization PKK, the great earthquake of 1999 and the economical crisis of 2001.In 2002, the AKP (Party for justice and development) came to power and a concrete expression of the plan of action to open up to Africa could be observed. For the first time in the history of the Republic of Turkey, a Turkish prime minister went on an official visit to a Sub-Saharan country. In fact, the turkish prime minister Recep Tayip Erdoğan went for an official visit in 2005, first to Ethiopia and after to South Africa.In 2005, Turkey received observer status in the African Union and the year 2005 was even dedicated to Africa. In January 2008, during its 10th summit in Addis-Ababa, the African Union pronounced Turkey as strategic partner of Africa. Later on, in August 2008, the very first Turkey-Africa summit took place in Istanbul, where the participation of several heads of African states and governments was recorded. After this summit, 51 countries on 53 countries of Africa voted Turkey as a non-permanent member at the security council of the United Nations Organization.The new Turco-African strategic partnership, although recent, has already produced effects as much at a political, as at an economic level.One can ascertain a consolidation in Turco-African diplomatic relations, materialized thanks to the multiplication, over a short period of time, of several Turkish diplomatic representations in Sub-Saharan Africa. Whilst in 2008 only seven embassies were to be found in Sub-Saharan Africa, Turkey now has at its disposal a total of twenty-seven embassies, twenty of which have already taken office.At the United Nations general assembly, the African people did not hesitate in backing Turkey in 2008, which presented itself as a ?spokesperson? for Africa at this authority level and even declared it had a ?moral? responsibility towards Africa.At an economic level, Turkey became the 25th non-regional member of the ADB (African Development Bank) in 2008.Turkey also built an exterior business bridge ? between Turkey and Africa ? which considerably encouraged the trade volume between Turkey and Sub-Saharan Africa. Africans tend more to use the commercial destination of Istanbul, where a businessman meeting forum of Turkey and the countries of Sub-Saharan Africa is organized every year.The relations between Turkey and Sub-Saharan Africa therefore seem to be healthy and are developing in a non-complex way compared to the other relations (with France and China) that Sub-Saharan Africa maintains.That said, one must assert that Turkey's actions in Sub-Saharan Africa have brought comments from both the African and Turkish parties. Whilst the Turks, on the whole, believe that Turkey's actions in Sub-Saharan Africa are enterprises in the spirit of solidarity and co-operation, hence the naming of the Turco-African summit of 2008 as ? Turkey-Africa cooperation summit?, some Africans, who keep in mind the bitterness of colonization, are very suspicious of this Turkish international co-operation.They do not hesitate in thinking that Turkey's actions in Sub-Saharan Africa are lead solely in the single aim of satisfying economic interests and to benefit from the diplomatic support of Africans whose diplomatic weight is very important at the level of the general assembly of the United Nations.Nevertheless, one can observe that some economic stakes exist for Turkey in Sub-Saharan Africa. When a comparison in terms of economic interests is made between France and China, we can also remark that Turkey's economic interests in Sub-Saharan Africa remain currently insignificant For example, imports to Turkey from Africa are lower than its exports to Africa which, for the most part, consist of construction materials.This could show that Turkey's presence in Sub-Saharan Africa is not only based on the extraction of primary resources, but is also based on construction, which, moreover, represents the largest part of Turkish projects in Africa.To conclude, one can say that Turkey's actions in Sub-Saharan Africa still being so recent; it would seem premature to judge them efficiently and definitely.In addition, Turkey could be perceived by Africans, who are still looking to pave their way to development, as a new medicine, whose efficiency one is as yet unaware of, but which has the advantage of not presenting any second effects for the moment. | en_US |