dc.description.abstract | Bu çalışma, ?Hukukun Kaynağı? ve ?Egemenlikten Sonra? başlıklı iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, üç alt başlık altında, hukukun kaynağı sorunsalı ele alınmıştır. İlk alt bölümde, öncelikle Tanrı kavramının Spinoza felsefesindeki yeri, Spinozacı nosyonun modern öncesi Tanrı anlayışıyla ilişkisi içinde ortaya konulmuştur. Spinozacı nosyonun içerdiği tanrısal irade öğretisi eleştirisinin politik ve hukuki sonuçları irdelendikten sonra genel olarak tabii hukuk kuramları, hukukun kaynağı sorunsalı çerçevesinde incelenmiştir. Öncelikle bu kuramların temel önermesi ortaya konulmuştur: Pozitif hukukun kaynağı tabii hukuktur. Başka bir ifadeyle, insanların koyduğu kurallara normatif niteliği yani hukuk olma özelliğini kazandıran, evrensel, ezeli ve ebedi olduğu düşünülen tabii hukuk normlarına uygunluktur. Bu çerçevede sırasıyla tabii hukuk düşüncesinin doğuşu, gelişimi ve anlama yeteneğine dayanan teoloji incelenmiştir. Tabii hukuku tabiatta kök salmış en yüksek akıl olarak gören anlama yeteneğine dayanan teoloji, Cicero ve Aquinas'ın öğretileri çerçevesinde ele alınmıştır. Bu yöntem izlenerek tabii hukukçu geleneğin, tabii hukukla pozitif hukuk arasındaki sıradüzen, ereksellik, tanrısallık, kendinde iyi ve kötüye duyulan inanç ve adaletin bu bağlamda tanımı, insanın tabiat içindeki ayrıcalıklı konumu gibi temel önermeleri ortaya konulmuştur.İlk bölümün ikinci alt başlığı altında öncelikle, Spinoza felsefesinin hukuk kavramıyla ilişkisi bağlamında, Spinoza'nın tabii hukukçu gelenek karşıtlığı incelenmiştir. Spinoza'ya göre hukukun kaynağı sorunu bir meşruiyet sorundur ve Spinoza meşruiyet terimleriyle konuşan bir düşünür değildir. Bu çerçevede sırasıyla Spinoza'nın erekselliği bir yanılgı olarak tanımlayan yaklaşımı, Spinozacı yasa tanımı ve Spinozacı etik kavramının hukuk ve haklarla ilişkisi ele alınmıştır. Ardından yeni bir başlık altında Spinoza felsefesinde hukuk ve hak kavramları birbirleriyle ilişkisi içinde irdelenmiştir. Bu çerçevede öncelikle Spinoza felsefesinde hukukun işlevi, kaynağı ve sınırlarıyla Spinozacı hak kavramı ortaya konulmuştur. Bu incelemenin sonucunda Spinoza'nın kendine özgü bir hukuki pozitivizm geliştirmiş olduğu önermesine varılmıştır. Başka bir ifadeyle varılan sonuca göre Spinoza, politik modernliğin devletin hukuku karşısında bireyin haklarını korumada aciz kalan iradi pozitivizmini aşan bir düşünürdür.Politik modernliğin hukuk ve hak kavramsallaştırmaları karşısında Spinoza felsefesinin durduğu yeri gösterebilmek için yeni bir alt başlık açılmış ve politik modernliğin iradi pozitivizmi incelenmiştir. Bu üçüncü alt bölümde öncelikle, politik modernliğin aynı zamanda hukukun kaynağına ilişkin sorunsalı farklı ele alan düşünsel bir kırılmaya denk düştüğü ileri sürülmüştür. Egemenlik kavramı ve sözleşme öğretilerinin ortaya çıkmasıyla birlikte modern insan, hukukun kaynağını düşünme anlamında tabii hukukçu gelenekten kopmuştur. Politik modernlikle birlikte hukukun kaynağı dünyevileşmiştir; pozitif hukuka normatif niteliği kazandıran artık tabii hukuka uygunluk değildir. Yeni meşruiyet ilişkisinin düşünsel temelleri için dönemin egemenlik ve sözleşme kuramlarına bakmak gerekecektir. Bu nedenle, üçüncü alt bölümde öncelikle Léon Duguit'nin eleştirel yaklaşımı üzerinden egemenlik kuramı incelenmiştir. Ardından yeni meşruiyet ilişkisinin kuruluşunda sözleşme kuramlarının işlevini tartışabilmek için Hobbes'un, temel eseri Leviathan'da ortaya koyduğu sözleşme kurgusu ele alınmıştır.Hobbes örneği üzerinden varılan sonuç, tabii halden sivil hale geçmek için rasyonel bir sözleşmeyle tabii haklarını egemene devreden bireylerin iradesine dayanan yeni meşruiyet ilişkisinin yani hukukun yeni kaynağı olarak egemenliğin, kurulan hukuk düzeni içinde bireyin hakları sorununu cevapsız bıraktığıdır. Bu çerçevede modern hukuk ve insan hakları ilişkisinin incelenmesinin zorunlu olduğu düşünülmüş ve öncelikle insan hakkı kavramının doğuşunu irdelemek üzere tabii haklar kuramları ele alınmıştır. Leo Strauss'un izleği takip edilerek, vurguyu tabii yasalardan tabii haklara kaydıran sözleşmeci düşünürlerin eserlerinde, hukukun kaynağı sorunsalında yaşanan düşünsel kırılmayla birlikte, insanın tabii haklarının da politik otorite öncesi verili bir gerçeklik olarak düşünülmeye başladığı önermesi ortaya konulmuştur. Ancak varılan bir diğer sonuç, modern devletin hem yaratıcısı hem de uyruğu olan bireyin konumunun, politik modernliğin gerilimli temelini oluşturduğudur. Bu gerilimi ortadan kaldırabilecek bir hukuk ve hak kavramsallaştırmasına ulaşabilmek için, tabii hakların devri düşüncesi üzerine oturmayan bir hukuki pozitivizmin imkânı sorgulanmalıdır. Bu çerçevede öncelikle modern tabii hukukçuluk kavramı eleştirilmiş, ardından modern dönemde ortaya çıkmış olan tabii hukukçuluk ve pozitivizm tartışmasına değinilmiştir. Bu inceleme sırasında hukukun kaynağını dünyevileştiren modern kırılmanın ardından, insanın haklarını korumak için tabii hukukçu düşünceye dönülmesinin kendi içinde pek çok soruna gebe bir çaba olduğu sonucuna varılmıştır. Çalışmanın ilk bölümü, Spinoza felsefesine, hakların devri düşüncesine dayanmayan bir hukuki pozitivizmin içkin olduğu, ancak Spinoza literatüründeki sözleşme tartışmasının, Spinoza'nın gerçekten de sözleşmeci bir düşünür olup olmadığının sorgulanmasını gerektirdiği önermesiyle sonlandırılmıştır.Bu nedenle, çalışmanın ?Egemenlikten Sonra? başlıklı ikinci bölümünde, öncelikle, Spinoza'nın literatürdeki sözleşme tartışmalarının odağında yer alan Teolojik-Politik İnceleme adlı eseri, sözleşme terminolojisi bağlamında ele alınmıştır. Bu ilk alt başlık altında, yöntemin ilk ayağı olarak Spinoza ve Hobbes felsefeleri karşılaştırılmıştır. Karşılaştırma Teolojik-Politik İnceleme ve Leviathan arasında, özellikle özgürlük ve güvenlik sorunsalı, korku teması, insan tabiatı, monarşi ve demokrasi kavramlarıyla adalet kavramı çerçevesinde yapılmıştır. Ardından Teolojik-Politik İnceleme'deki sosyallik nosyonu ve hukuk düzeninin kuruluşu incelenmiş, böylece Teolojik-Politik İnceleme'deki sözleşme terminolojisinin temelde, genel olarak toplumu ve hukuk düzenini kuran kurgusal bir sözleşmeye değil, bir yönetim biçimi olarak demokrasinin kuruluşuna işaret ettiği sonucuna varılmıştır. Bu çerçevede özellikle dünyevilik, tabii hal, akıl, insan tabiatı, yararlılık, yönetim gibi kavramların Spinoza felsefesinde büründükleri anlam ele alınmıştır. Ardından politik gücün sınırları, teokrasi ve demokrasi, monarşi ve devrim, demokrasi ve aşkın yasa gibi temalar etrafında Spinoza'nın Teolojik-Politik İnceleme'de meşruiyet sorununa nasıl yaklaştığı sorgulanmıştır.İkinci bölümün ikinci alt başlığı altındaysa Spinoza'nın Politik İnceleme adlı eseri sözleşme kuramı çerçevesinde ele alınmıştır. Son dönem Spinoza okumalarında kendisine özel bir önem atfedilen bu eserin incelenmesine, bu yaklaşımın temelinde yatan nedenler irdelenerek başlanmıştır. Bu araştırma için, Alexandre Matheron'un, söz konusu Spinoza okumalarının bir anlamda esin kaynağı olan, ?Spinoza'nın Evrimi Tezi? seçilmiştir. Spinoza felsefesinin Teolojik-Politik İnceleme'den Politik İnceleme'ye, sözleşme terminolojisini aşarak bir evrim geçirdiğini iddia eden Matheron, Spinoza literatüründe verimli bir tartışmanın başlamasına da önayak olmuştur. Matheron'un tezi incelenirken, öncelikle, Matheron'un tezine getirilen eleştirilere verdiği yanıtlar ele alınmış, ardından Matheron okumasına bu çalışma çerçevesinde özgün eleştiriler getirilmiştir. Sonrasında Matheron'un ?Spinozacı Birey Olarak Devlet? tezi ayrıntılı olarak irdelenmiş ve Matheron'un Spinoza okumasının temel amacının, Spinoza felsefesinden yola çıkarak, devletin kökenini sözleşmeci olmayan terimlerle açıklamak olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ne var ki Matheron okumasına egemenlikle tanımlı modern devletin kavramsal alanının ve içsel çelişkilerinin içkin olduğu saptanmıştır. Matheron, Spinoza'nın devletin kökenini sözleşmeci terimlerle açıklamadığını iddia etmekle birlikte, bu kökene varsayımsal bir tabii hal tasarımı yerleştirmektedir. Öyleyse bu yaklaşımla sözleşmeci ufkun gerçekten aşılıp aşılamayacağını sorgulamak gerekecektir. Diğer yandan, bu varsayımsal tabii halden devletin kendiliğindenlikle doğuşunu Matheron, Spinoza'nın bireyler için geliştirdiği duyguların öykünülmesi, conatus, tabii güç gibi kavramlara başvurarak açıklamaktadır. Bu açıklamaysa, kaçınılmaz olarak, kendi zihni ve bedeni olan bir birey olarak devlet tasarımına varmakta, böyle bir tasarımsa politik modernliğin insanbiçimci devlet tasarımını aşamadığı gibi Spinoza felsefesinin temel önermeleriyle de çelişkiye düşmektedir. Bu alt bölümde, aktarılan Matheron okuması eleştirisiyle, Teolojik-Politik İnceleme ve Politik İnceleme'nin bağdaşmazlığı tezine varılmış, ikincisinin sözleşmeci ufku aşan bir Spinoza okumasına kapı aralayamayacağı ortaya konulmuştur. Sonuç olarak getirilen öneri, Spinoza felsefesini Politik İnceleme'yi dışlayarak okumak olmuştur.İkinci bölümün üçüncü alt başlığı altında, Spinoza felsefesi aracılığıyla yeni bir demokrasi kavramsallaştırmasının imkânı sorgulanmıştır. Bu çerçevede öncelikle, sözleşme terminolojisini aşmak anlamında, Matheron'a göre daha net bir politik tutum alan Antonio Negri'nin Spinoza okuması irdelenmiştir. Spinoza felsefesinden güç ilişkilerinin kendiliğindenliği olarak multitudo kavramını devşiren Negri'nin Spinoza okuması, Spinoza'yı güncel tartışmaların göbeğine oturttuğu için Spinozacı çevrelerde heyecanla karşılanmıştır. Diğer yandan Spinoza'yı uzun süre yok sayan muhalif ve sol düşünce de bu okumayla birlikte Spinoza felsefesinde solun krizini aşabilecek araçlar görmüştür. Liberal demokrasi tasavvurunu, Marksist düşünceyi Spinoza'yla yenileyerek aşmaya çalışan Negri, politikanın kurucu gücüne gönderme yapar. Bu çalışmada da demokrasi ve hak kavramsallaştırmaları açısından önerilen kategori hukuk değil politika olduğundan, Negri'nin Spinoza okumasına özel bir önem verilmiştir. Ancak yapılan okuma sırasında Negri'nin yaklaşımının da çifte bir eleştiriyi zorunlu kıldığı sonucuna varılmıştır. Buna göre, bir yandan Negri'nin Spinoza okumasının ne denli Spinozacı olduğunun sorgulanması, diğer yandansa bu okumada politika kavramının demokrasi kavramıyla özdeşleştirilmesinin açmazlarının ortaya konulması gerekmektedir.Bu bağlamda ilk olarak, Negri'nin Yaban Kuraldışılık ve Aykırı Spinoza adlı eserlerindeki Spinoza okuması, Spinoza'nın materyalist metafiziği, Spinozacı projenin krizi, imgelemin gücü, potestas ve potentia arasındaki karşıtlık, Spinoza'da devrim ve demokrasi gibi Negri'ye özgü temalar çerçevesinde ele alınmış ve eleştirilmiştir. Ardından Negri okumasına getirilen eleştiri üzerinden, politikanın özgüllüğü sorunsalına varılmıştır. Negri'nin demokrasi kavramsallaştırmasının temelinde, politik olanın özerkliğini, onu kolektif bir özne olarak tanımlayarak kurma çabası yatmaktadır. Negri sözleşme kuramının hukuki yani meşruiyet kurucu işlevine eleştiri getirirken, dolayımsızlıkla tanımlı yeni bir meşruiyet ilişkisi kurmaya çalışır. Böylece hukuki işlev ortadan kalkmaz ancak el değiştirir ve toplu conatus'a geçer. Sonuç olarak multitudo politik olanın kendisiyle özdeşleşerek iktidarın temelinde yatan, özerk kolektif bir özne haline gelir. Egemenlik, bu öznenin gücüdür. Bu savlarla Negri, iktidarın kökeninin kuramsal olmadığını göstermeye çalışmaktadır.Bu çalışma çerçevesinde söz konusu yaklaşıma getirilen ilk eleştiri, multitudo gibi Negri tarafından özellikle muğlâk bırakılan bir kavramın hukuki yani meşruiyet kurucu kolektif bir özneye dönüşmüş olmasıdır. Diğer yandan bu tasarım, sözleşme düşüncelerindeki ilk demokrasi fikrinin işlevine benzer biçimde, demokrasiyi politik olanın temeli kılmaktadır. Negri düşüncesindeki, politika, demokrasi ve multitudo özdeşliği, her türlü yönetim biçiminin kolektif özneye gönderme yaparak doğrulanabileceği bir alan yaratmaktadır. Bu eleştiri çerçevesinde, Negri'nin demokrasi kavramsallaştırmasının açmazlarının, yazarın iki temel ayrımı göz ardı etmesinden kaynaklandığı saptanmıştır. Politik ve hukuki olanın politika kavramıyla özdeşleştirilmesi, politikanın demokrasiyi kurucu özgüllüğüyle demokrasinin politika alanının genişliğiyle tanımlı özgüllüğünün gözden kaçmasına neden olabilir. Bu çalışmanın getirdiği önerme, demokrasinin politik olanın temeli olmadığıdır; demokrasi politik olanın son derece özgül bir öz-düzenlenme biçimidir. Politikaysa politik olanla özdeş değildir. Böylece Negri eleştirisi üzerinden politik olan ile politika arasında bir ayrım gözetilmesi gerektiği önermesine varılmış, bu önermeyi temellendirebilmek içinse Hannah Arendt'in İnsanlık Durumu adlı eserine başvurulmuştur. Son olarak, Spinozacı hak ve demokrasi kavramlarıyla ifade özgürlüğü öğretisine değinilerek, Spinoza'nın politik modernliğin ulaştığı demokrasi kavramsallaştırmasının ötesinde bir demokrasiyi düşünmemize nasıl olanak sağladığı ortaya konulmuştur. Soyutlamalardan ibaret kolektif özneleri düşünsel olarak aşma gereğinin bize gösterdiği, yeni bir demokrasi kavramsallaştırması için ihtiyaç duyulanın, kolektif ve bireysel eylemliliğin gerçekleşeceği yeni bir kolektif bir mekân, yani politika olduğudur. | |
dc.description.abstract | This thesis consists of two chapters with the titles ?The Source of Law? and ?Post-Sovereignty?. In the first chapter the problematic of the source of law is discussed under three subtitles. In the first subsection the place of the concept of God in Spinoza?s philosophy is shown in its relationship with the notion of God in pre-modern thought. After the examination of the political and legal consequences of the critique of divine will doctrine which is implied by Spinoza?s concept, the theories of natural law, in general, are studied in the context of the problematic of the source of law. First the basic proposition of these theories is discussed: The source of positive law is the natural law. In other words, by men posited rules gain the normative quality, the quality of law by accordance with the norms of natural law which are accepted being universal and eternal. In this framework the birth and development of the notion of natural law and the theology based on human intellect in the context of the doctrines of Cicero and Aquinas are examined. By following this method some basic thoughts of the tradition of natural law are studied like the hierarchy between natural law and positive law, teleology, the belief in universal good and evil, the notion of justice, the privileged position of human beings in nature.Under the second subtitle of the chapter first Spinoza?s opposition to the tradition of natural law is examined in the context of the relationship of Spinoza?s philosophy with the concept of law. According to Spinoza the problem of the source of law is a problem of legitimacy. In this framework Spinoza?s approach to teleology as a mistake, his definition of law and Spinoza?s concept of ethics in its relationship with law and rights are discussed successively. Later the concepts of law and right in Spinoza?s philosophy are examined in the context of their relationship to each other. In this framework first the function, source and limits of law and Spinoza?s concept of right are studied. As a consequence of this study the proposition imposed itself that Spinoza developed an original legal positivism. In other words Spinoza was a thinker who has gone beyond the voluntary positivism of political modernity which has failed to ensure protection for the rights of the individual in the face of state?s law.In order to show the position of Spinoza?s philosophy in the view of the conceptions of law and right of political modernity, the voluntary positivism of political modernity is studied. In this third subsection first it is suggested that the political modernity at the same time overlaps with the intellectual break which had a completely different approach to the problematic of the source of law than the tradition of natural law. With the appearance of the doctrines of sovereignty and social contract the perception of the modern individual had ruptured from the tradition radically in the terms of thinking the source of law. Political modernity found a secular source for law. It wasn?t the accordance with natural law any more that gave the normative quality to positive law. In order to examine the foundation of the new approach to legitimacy it is needed to study the theories of sovereignty and social contract. Consequently in the third subsection first the theory of sovereignty is examined with the help of the critical approach of Léon Duguit. Later Hobbes? fiction of contract given in its masterpiece called Leviathan is studied in order to discuss the function of the theories of social contract in the constitution of the new legitimacy.As a consequent of this study it is suggested that the new approach to legitimacy and the concept of sovereignty as the modern source of law which is based on the voluntary act of individuals who alienate their natural rights with a rational agreement in order to pass from the state of nature to the civil state leave the problem of individual?s rights under the legal order unsolved. In this context the necessity of examining the relationship of law with human rights and consequently the theories of natural rights are discussed starting with the historical study of the birth of the concept of human right. Following the framework of Leo Strauss it is suggested that in the work of thinkers of social contract the emphasis has been shifted from natural laws to natural rights and a as consequent the natural rights of human beings has been started to be considered as a given reality before the emergence of political authority. On the other hand it is stated that the condition of the individual being the creator and also the subject of the modern state has formed the tense foundation of political modernity. In order to develop a conception of law and right which would put an end to this tension it should be questioned if it is possible to think a legal positivism which doesn?t have its roots in the thought of the alienation of natural rights. In this context first the concept of modern theory of natural law is criticized and later the discussion of natural law tradition and legal positivism between contemporary thinkers is briefly mentioned. As a consequence of this study it is stated that the renaissance of natural law tradition in the second half of 20th century showed incompetence in the terms of finding an ontological background to human rights which would ensure a better protection of them. The first chapter of the thesis ends with these statements: Spinoza?s philosophy contains the necessary tools to develop a legal positivism which doesn?t have its roots in the thought of the alienation of natural rights. However the existence of a discussion on social contract in Spinoza readings makes it necessary to inquire if Spinoza isn?t really a thinker who uses the social contract terminology.Consequently the second chapter of the thesis opens with the study of Theologico-Political Treatise in terms of terminology, Spinoza?s famous work which is placed in the center of the discussion on social contract by a great amount of Spinoza readings. In the first subsection the philosophies of Spinoza and Hobbes are studied comparatively. Especially Spinoza?s Theologico-Political Treatise and Hobbes? Leviathan are opposed in terms of the problematic of freedom and security, the subject of fear, human nature, monarchy and democracy and the notion of justice. Later the notion of society and the constitution of legal order in Spinoza?s philosophy are studied. As a conclusion it is stated that the contract terminology in Theologico-Political Treatise doesn?t refer to a fictional contract which constitutes the society and legal order in general, but it refers to the constitution of democracy as a special form of government. In this context especially it is examined which meaning some concepts have in Spinoza?s philosophy like the state of nature, reason, human nature, utility and government. This examination is followed by an inquiry on Spinoza?s approach to the problem of legitimacy in Theologico-Political Treatise in the context of themes like the limits of political power, theocracy and democracy, monarchy and revolution, democracy and transcendent law.The second subsection of the chapter contains a discussion on Spinoza?s Political Treatise in terms of contract theory. The discussion starts with an inquiry on the reasons why Political Treatise has become the most important text of Spinoza in recent Spinoza readings. In order to complete this task the thesis of Spinoza?s evolution by Alexandre Matheron is chosen as subject because of the inspiring quality of his work. With this thesis Matheron states that Spinoza?s philosophy evolved in the way from Theologico-Political Treatise to Political Treatise. By the study of this thesis first Matheron?s answers to the critiques directed to his thesis are discussed and later new critiques are added. After a detailed examination of Matheron thesis on state as an individual in terms of Spinoza?s philosophy, it is concluded that the main goal of Matheron?s Spinoza reading consists in explaining the origin of the state without using the contract terminology. However it is confirmed that Matheron?s reading fails to emancipate itself from the conceptual sphere of modern state and inherent paradoxes of the same sphere. The main reason lays in Matheron?s preference of placing a conception of fictional state of nature in the origin of state as a replacement of social contract. It has to be questioned if this approach would really transcend the contractual horizon. On the other hand Matheron explains the spontaneous birth of state referring to concepts like the imitation of affects, conatus, natural power which are developed by Spinoza in terms of individuals. As a consequent, Matheron?s explanation inevitably repeats the theories of anthropomorphic conception of the state and moreover is in contradiction with Spinoza?s most basic propositions. With the critique of Matheron?s reading finally it is stated that the two treatises of Spinoza, Theologico-Political Treatise and Political Treatise are incompatible and the latter cannot be used for a Spinoza reading which has the intention of going beyond the contractual horizon.The third subsection of the chapter is an inquiry on the possibility of a new conception of democracy with the help of Spinoza?s philosophy. In this context the Spinoza reading of Antonio Negri is chosen as subject, who folded the concept of multitudo as the spontaneity of power relations from Spinoza?s philosophy. His Spinoza reading was a success in terms of the enthusiasm which it created in Spinoza circles by placing Spinoza in the center of the actual discussions. On the other hand with Negri?s reading the leftist thought has found new intellectual tools in Spinoza?s philosophy to solve the left?s crises after having ignored Spinoza for a long time. In the context of his project of transcending liberal conception of democracy by renewing Marxist thought with Spinoza, Negri refers to the constitutive power of politics. For this thesis Negri?s reading is significant in this aspect. However the study of Negri?s work shows that his approach needs a double critique. On one hand it is needed to be questioned if Negri?s reading is loyal to Spinoza?s philosophy, on other hand it is necessary to discuss the dilemmas caused by Negri?s identification of the concept of politics and the conception of democracy.In this context first Negri?s Spinoza reading in Savage Anomaly and Subversive Spinoza are studied and criticized in terms of Negri?s themes like Spinoza?s materialist metaphysics, the crises of Spinoza?s project, the power of imagination, the opposition and relation between potestas and potentia, revolution and democracy in Spinoza. The critique opens to the problematic of the specificity of politics. Negri?s conception of democracy is founded by his project of constituting the autonomy of the political by its definition as a collective subject. By criticizing the legal function of the contract theory, Negri attempts to constitute a new legitimacy which is immediate by definition. In this approach the legal function doesn?t disappear but change hand and passes to collective conatus. As a consequent, multitudo identifies with the political and becomes a collective subject with autonomy which constitutes the foundation of political power. Sovereignty is the power of this subject. With these statements Negri attempts to show that the origin of the political power isn?t theoretical.The first critique directed to Negri?s approach in this thesis is the fact that in Negri?s reading the concept of multitudo has become a legal collective subject which plays a constitutive role for legitimacy. On the other hand this approach transforms the democracy to the foundation of the political likewise the function of original democracy in the contract theories. The identification of politics, democracy and multitudo in Negri?s thought creates a sphere where all kinds of forms of government can be legitimized by referring to the collective subject. In the context of this critique it is stated that the difficulties of Negri?s conception of democracy find their source in the fact that Negri disregards two basic differences. The identification of the legal-political with politics may cause that the specificity of politics which constitutes democracy and the specificity of democracy defined with the amplitude of the sphere of politics escape from the attention. Democracy doesn?t constitute the foundation of the political. On the contrary democracy is an extremely specific form of auto-regulation. On the other hand politics cannot be identical to the political. These are the main conclusions of this thesis. The reference to Hannah Arendt?s work strengthens the statement that the political and the politics aren?t the same. Finally it is inquired how Spinoza may give us the opportunity to think beyond the conception of democracy of political modernity by mentioning Spinoza?s concepts of right and democracy with his doctrine of freedom of expression. The necessity of emancipating from the conceptions of collective subjects as pure abstracts shows explicitly that for developing a new conception of democracy a new collective sphere is needed which is the politics where every kind of collective and individual act may take place. | en_US |