dc.description.abstract | ÖZET VE SONUÇ Gelişmekte olan ülkelerde iktisat politikalarının temel hedefi, toplumun sosyo ekonomik açıdan daha yüksek refah düzeylerinde yeniden yapılanması olan iktisadî kalkınmayı gerçekleştirmektir. Bu hedef bir yandan milli gelirin arttırılması olarak tanım lanan iktisadî büyümeyi içerirken, diğer yandan da iktisadî yapıyı, sanayileşmiş bir eko nomik yapının özelliklerine dönüştürme gayretini içerir. Genel iktisat politikası içersinde, iktisadî kalkınmanın sağlanması için, ekonomi de istikrarın kurulması gerekir. Bu da, ekonomide iç ve dış dengenin sağlanmasına bağlıdır. İç dengenin sağlanması ekonomide yüksek bir istihdam düzeyi, istikrarlı fiyat lar, kabul edilen bir gelir dağılımı ve belli bir büyüme hızı gerektirirken, dış denge öde meler bilançosu dengesinin sağlanmasını zorunlu kılar. Bu amaçla, ekonomide uygulanan istikrar politikaları, genelde ödemeler den gesinde kalıcı bir iyileşme ve yurtiçi enflasyon hızının düşürülmesi gibi genel makro ekonomik hedeflere yönelik iktisadî önlemleri içerir. Ulusal ekonomide, gerek enflasyon, gerekse ödemeler dengesi açıkları, aşırı talep baskısının bir ürünüdür. Ortaya çıkan arz ve talep dengesizliği bir yandan enflas yonu, diğer yandan da ithalat talebini arttırarak, hem iç hem de dış dengenin bozulma sına neden olur. Ekonomi içindeki enflasyonist gelişmeler, iç fiyat-dış fiyat dengesini bozarak, döviz kurunun gerçekçi düzeyden sapmasına, bunun sonucu olarak da ithalatın teşvik edilmesine, buna karşılık ihracatın azalmasına yol açar. Ekonomide iç ve dış dengesizliğin giderilmesinden, istikrar politikası araçların dan en çok para, maliye ve dış ticaret politikalarına başvurulur. Sözkonusu politika araçları ile, ekonomide aşırı talep baskısını gidermeye yönelik daraltıcı politikalar uygu lanır. Bunlar genelde devlet harcamalarının azaltılması yolu ile bütçe denkliğinin sağ lanması, iç piyasada kredi musluklarının kısılması, ücretlerin düşürülmesi ve devalüas yon gibi uygulamalardır. Bütün bu daraltıcı politikaların sonunda, bir taraftan toplamtalep hacminin düşmesi, yükselen faiz oranları ile mevduat hacminin büyümesi, tasarruf eğiliminin yükselmesi ve diğer taraftan yüksek faiz ortamında maliyetleri yükselen kredi lere olan talebin kırılması sonucu ekonominin faaliyet hacminin daralması ve enflasyo nun yavaşlaması beklenir. istikrar önlemleri, ödemeler dengesinde giderek büyüyen açıkları ve bunların iç ekonomiye yansıyarak yarattığı dengesizlikleri hedef aldığı için, istikrar paketlerinde yer alan ilk önlem dış dengenin yeniden kurulmasına yöneliktir. Klasik istikrar paketlerinde bu konuda ilk önlem devalüasyondur. Nitekim Türkiye'de uygulanan istikrar programlarında da dış dengenin sağlanmasına öncelik verilmiş ve politika aracı olarak devalüasyon çok sık kullanılmıştır. Böylece, ülkede iç ve dış dengenin sağlanmasında kur politikalarının en yaygın biçimde kullanıldığı görül müştür. Nitekim, 24 Ocak 1980'de Türkiye'de, ekonominin iç ve dış dengesinin sağlan ması amacıyla uygulamaya konan istikrar paketi bunun en tipik örneğidir. 1980 önce sinde Türkiye'nin, bir yandan ekonominin kendi yapısal sorunlarından kaynaklanan tı kanmalar ile petrol şoku ve dünya ekonomik krizinin sonuçlarından olumsuz etkilenmesi bu istikrar programının ortaya konmasının nedenidir. Bu dönemde ihracatta meydana gelen duraklama nedeniyle azalan ihracat geliri, yaşanan petrol krizi nedeniyle ülkenin artan ithalat faturasını karşılayamamış, içerde de ekonomik ve sosyal istikrarsızlıklar yü zünden, dış ekonomik ilişkilerde darboğaza girilmiştir. Ortaya konan politikalar paketi kısa dönemli istikrarın ötesinde, uzun dönemli bir yapısal dönüşümü amaçlamıştır. Diğer yandan, bu istikrar prgramı ile uygulamaya konan politika önlemleri, Tür kiye'de geleneksel ithal ikameci sanayileşme stratejisi yerine ihracata yönelik sanayi leşme stratejisini benimsemekte, mevcut sınai üretimin iç pazar yerine dış pazarlara yö nelmesini sağlayacak teşvikler içermekteydi. Bu uygulamalarla Türk ekonomisinde yıl lardır iç talebe yönelik ithal ikameci sanayileşme modeli terkedilmiş, bunun yerine ser best piyasa güçlerine duyarlı ve uluslararası rekabete açık, ihracata yönelik bir kalkın ma modeli tercih edilmişti. Bu program ile uzun dönemli bir yeniden yapılanma sözko- nusuydu. Bununla birlikte yeni strateji, gerek sanayileşme politikası, gerekse dış ticaret politikalarında buna uygun temel değişiklikleri içermekteydi. 1980 sonrası iktisat politikaları temelde, kısa dönemde üretimi arttırmak, ihraca tı genişletmek ve enflasyonu düşürmek hedeflerine göre yöneliktir. Orta ve uzun vade de ekonominin dışa açılması, ithalatta kademeli liberalizasyon, serbest piyasa mekaniz masına işlerlik kazandırılması ve nihayet sabit kur sistemi terk edilerek esnek kur siste mine geçilmesi, seçilen stratejinin araçları olmuştur. Diğer yandan para, maliye ve dışticaret politikaları iç talebi daraltıcı yönde uygulanmış, böylece gelişmede iç talep yeri ne dış talebin rol oynadığı bir ortam yaratılmaya çalışılmıştır. Buna uygun olarak sıkı pa ra politikası, ihracatın teşviki, KİT mal ve hizmet fiyatlarının serbestçe saptanması, denk bütçe, gerçekçi kur, vergi gelirlerinin arttırılması, mevduat faizlerinin serbest bırakılması gibi politika araçları da ekonominin yeniden yapılanmasında uygulamaya konmuştur. 1980 sonrasında uygulanan bu istikrar politikalarının, önceki dönemlerde izle nen benzer istikrar politikaları ile arasında önemli bir fark vardır. Bu fark dış ticaret ala nında yapılan radikal değişikliklerdir. Uygulamaya konan dış ticaret politikaları ile geç mişte olduğu gibi yalnızca ödemeler dengesi açıklarının kapatılması amaçlanmamış, buna ek olarak ithal ikameci ve korumacı dış ticaret rejimine son verilerek, ihracata yö nelik liberal bir kalkınma stratejisi benimsenmiştir. Dış ticaretteki gelişmeler ise, dış tica ret rejiminde uygulanan liberalizasyon reformları ve kur politikaları şeklinde olmuştur. 1980 istikrar önlemleri ile uygulamaya konan dış ticaret politikalarındaki değiş meleri bu şekilde belirttikten sonra, çalışmanın temel inceleme konusu olan 1980-1990 Türkiye'nin dış ticaret yapısındaki gelişmeler ele alınmıştır. İlk olarak, ithalattaki geliş melere bakıldığında, incelenen dönem içersinde hammadde ve yatırım malları ithalatı nın, toplam ithalat içindeki payının yüksek olduğu görülmüştür. Özellikle hammadde it halatı toplam ithalatın yarısından fazla bir düzeyde gerçekleşmiştir. Buna karşılık tüke tim malları ithalatının toplam ithalat içindeki payının düşük olmasına karşın, son yıllarda büyük oranda artış kaydettiğini belirtmekte yarar vardır. İthalatın liberasyonu neticesin de ortaya çıkan bu durumun sakıncaları olduğu açıktır. Herşeyden önce Türkiye ekono misinde dövizin tüketim malları ithaline ayrılması ile tüketim alışkanlıkları ithal mallarına göre şekillenmekte, bu da gereksiz harcamalara yol açarak, döviz sıkıntısı yaratabil mektedir. Bu malların ithalatı için ayrılan dövizin ekonomide daha faydalı sektörlerin ya pılanması için kullanılabileceği de unutulmamalıdır. Dış ticaretin diğer bir kalemi olan ihracat açısından 1980-1990 dönemi incelen diğinde, dönemin başında tarımsal ürünler ihracatının toplam ihracat içindeki payının yarıdan fazla olduğu görülür. Diğer yandan sınai ürünleri ihracatının, toplam ihracat içindeki payı üçte-bir oranından fazladır. Ancak, dönem içersinde bu oranlar büyük öl çüde değişmiş, hatta tam tersine dönmüştür. Toplam ihracat içersinde tarımsal ürünle rin payı azalmakla birlikte, 1985 yılına kadar bu sektörden yapılan ihracatın dolar cin sinden değeri sürekli azalmıştır. Yalnızca, 1986, 1987 ve 1990 yıllarında tarım ve hay vancılık sektörü ihracatı artmış, diğer yıllarda yeniden bir azalma olmuştur. Bu tür ürün lerin arz yönünden doğa koşullarına, talep yönünden ise ihracat pazarlarına, dolayısıyla uluslararası konjonktürdeki gelişmelere bağlı olmaları nedeniyle, tarımsal üretim ve ih racatında dalgalanmalar olması doğaldır. Nitekim, Türkiye'de de böyle olmuş, tarımürünü ihracatı bir hayli azalmış, ancak toplam ihracat artmaya devam etmiş, bu da ihra catın ürün yapısının sanayi ürün ihracatı lehine değişmiş olmasından kaynaklanmıştır. Dönem içersinde sınaî ürün ihracatının yapısı incelendiğinde, toplam ihracat içindeki payının ve yıllık artış oranlarının sürekli arttığı görülür. Ancak, yıllık artış oranı, 1986 yılında ilk kez negatif olmuştur. Bu yılda Türkiye'de sınaî ürün ihracatının yapısal istikrarsızlık göstermesinin nedeni, ihracatta yeni ve istikrarsız pazarlara yönelinmesinin yanı sıra, bu tür ihracat için gerekli teşviklerin yetersiz kalması, kabul edilir. Sınaî ürünlerin alt sektörler itibari ile yapılan değerlendirilmesinde, alt sektörler de yıldan yıla değişmeler görülür. Örneğin; 1981 yılının başında sınaî ürünler ihracatının artışında öncü sektörler dokumacılık, tarıma dayalı işlenmiş ürünler, çimento, işlenmiş petrol ürünleri ve cam-seramik sektörleri iken, 1982 yılında cam-seramik sektörünün ye rini demir-çelik sektörü almıştır. 1983'te ise dokuma, tarıma dayalı işlenmiş ürünler, de- mir-çelik, işlenmiş petrol ürünleri ve ulaşım araçları öncü sektörler olmuştur. Ancak, 1985'te bu sektörlerden bazıları yeniden değişmiş ve sıralama dokuma, demir-çelik, ta rıma dayalı işlenmiş ürünler, deri ve makina sanayii şeklinde gerçekleşmiştir. 1988- 1990 yıllarında ise değişiklik, makina sanayinin yerini, kimya sanayinin alması şeklinde olmuştur. İhracatın ürün yapısındaki dönüşümün vurgulanması gereken iki yönü vardır. Bunlardan biri, ihracatın artıp, yapısının değiştiği yıllarda tarım ürünleri ihracatındaki gerileme, diğeri ise sınai ürün ihracatındaki hızlı artışlardır, özellikle 1982-1985 yılları arasında tarım ürünleri ihracatı azalırken, sınaî ürünler ihracatı artmıştır. 1986-1988 dö neminde ise her iki sektörde de ihracat artışı gözlenmiştir, Dönemin ilk yarısında ihracatın ürün yapısı içinde sanayi ürünlerinin payı artar ken, her yıl farklı alt sektörlerin ihracatında artış olmuş, bu da pazar istikrarı açısından sakıncalı bir durum yaratmıştır. Diğer yandan, dönemin ikinci yarısında ihracatta (za man zaman yer değiştirseler de) belli sektörlerde gelişme olduğu görülmüştür. Bu sek törler dokuma, demir-çelik, tarıma dayalı işlenmiş ürünler, deri ve kimya sanayidir. Bu na bağlı olarak denilebilir ki, 1980'lerin sonunda Türkiye'nin sanayi ihracatında, yüksek teknoloji gerektirmeyen dokuma, tarıma dayalı işlenmiş ürünler ve deri gibi alt sektörler deki bu yoğunlaşma, ihracatta geleneksel sanayi yapısından henüz sıyrılınmadığını ve tam bir yapısal dönüşümün gerçekleşmediğini gösterir. Dış ticaretin 1980-1990 dönemindeki yapısı incelenirken, ülkelere göre dağılım yapısı da farklılıklar göstermiştir. Türk ihraç ürünlerinin ülkelere göre dağılımında, OECD grubu ülkelere, özellikle bu grup içinde yer alan Ortak Pazar ülkelerine yapılan ihracatın toplam ihracatın yarısını oluşturduğu görülür. Yine 1980'lerin ilk yarısındapetrol ve savaş konjonktürüne bağlı olarak, ülke ihracatı İslam ülkelerine doğru yönel miş ve pazar yapısı bu yönde değişmiştir. Fakat bu yöneliş kısa sürmüş ve 1980'li yılla rın ikinci yarısından itibaren İslam ülkelerine yapılan ihracat giderek daralmaya başla mış, buna karşılık geleneksel pazarlar olan sanayileşmiş ülkelerin pazar içindeki payı yeniden artmıştır. Kanımızca, Orta Doğu pazarlarının istikrarsızlığı nedeniyle, yeni pa zarlar bulunmalı ve bu konuda gerekli araştırmalar ve incelemeler yapılmalıdır. Diğer yandan, ithalatın ülkelere göre dağılımı incelendiğinde, yine OECD ve is lam ülkelerinden yapılan ithalatın, diğer ülkelere göre fazla olduğu görülür, islam ülke lerinden yapılan ithalatın toplam ithalat içindeki payı yıllar itibariyle azalmış, OECD gru bu ülkelerden, özellikle Ortak Pazar ülkelerinden yapılan ithalat ise sürekli artış göster miş, toplam ithalatın önemli bir bölümü (yarıya yakın) bu ülkelerden gerçekleştirilmiştir. Görüldüğü gibi, Türkiye'nin hem ihracatı hem de ithalatı içinde Batı ülkelerinin payı her zaman yüksek olmuştur. Bazı yıllar bir durgunluk yaşanmışsa da, tekrar eski haline dönülmüştür. Diğer yandan, İslam ülkeleri ile olan ticaret ilişkileri de 1980'den sonra gelişme göstermiş, bu ülkelerin toplam ticaret içindeki payı yükselmiştir. Bununla birlikte dış ticaretin belli ülkelere yönelik olması, birtakım güçlükleri de beraberinde ge tirmiştir. Özellikle bazı dönemlerde, ticaret yapılan sözkonusu ülkelerde meydana gelen ekonomik ve siyasal istikrarsızlıklar, ülkenin ticaret yapısını da etkilemiştir. Bu nedenle, istikrarlı bir pazar için sürekli olarak çeşitli yeni pazarlar araştırılmalı, farklı ülkelerle tica ret yapmanın yollan bulunmalıdır. Diğer yandan, yeni girilen ve ülkenin pazar payının oldukça düşük olduğu ülkelerde, pazarın henüz oturmamış olmasından kaynaklanan bir istikrarsızlık da doğal kabul edilmelidir. Ülkenin mevcut yapısı en etkin bir biçimde değerlendirildikten sonra, esas eği lim, bu yapıyı korumak yerine, yüksek teknoloji ile birlikte ülkenin yeniden yapılanmasını ve kalkınmasını sağlayacak sektörlere ağırlık verilmesi yönünde olmalıdır. Bu yolla, mevcut konjonktür içinde, uluslararası ticarette ağırlık taşıyan sınaî ürünlerin, ülke için de üretilmesi mümkün olabilir. Bu durum da, ülke ekonomisi için gerekli olan, iç ve dış istikrarı beraberinde getirecektir. | |