dc.description.abstract | Çalışmamın ağırlık noktasını Alman yazar Else Günther ve onun çocuk kitaplarının kültürlerarası eğitime katkısı oluşturmaktadır. Söz konusu yazarı seçmemizdeki neden ise 1950'li yıllarda birçok eser vererek Alman çocuk edebiyatına İkinci Dünya Savaşı öncesi ve Savaş sonrası geçiş dönemine farklı bir bakış açısı sunuyor olmasıdır. Yazarın yabancı ve yabancı çocuk algısı, ne savaş öncesindeki ne de işçi alımı (1960'lar) sonrasındaki şartlara bağlı değildir.Yaklaşık Sıfır Noktası diye nitelenen 1945 ile 1960 yılında Türkiye'den Almanya'ya işçi alımı anlaşmasına kadar olan dönemde Almanya'daki yabancı ülke ve insan algısının çocuk edebiyatındaki yerinin tespit edilmesi çalışmamın özgün yönünü oluşturmaktadır.Tam adı Else Günther-Junghans olan yazar, 11 Nisan 1912 Batı Prusya/ Lautenbeurg' da doğmuştur. Hakkındaki çok az kaynaktan müzik eleştirmeni, şarkıcı, opera sanatçısı ve de aynı alanda bir akademisyen olduğu bilinmektedir. 1935- 1945 yılları arasında sahneye çıkma yasağı konulmuş olan yazar hakkında kaynaklarda ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Bulunabilen kısıtlı bilgiyle onu yakından tanımak her ne kadar fazla mümkün olmasa da yayınlanmış birçok kitabından hareketle o zamanlar ağırlıklı olarak çocuklar ve gençler için yazdığı görülmektedir.Else Günther'in ve eserlerinin; Erich Kästner, Luise Rinser, Lisa Tettzner ve Kurt Held gibi çocuk kitapları yazmış diğer ünlü yazarlar ve eserleri kadar değerini kanıtlayamamış olması, tabiî ki Günther'in eserlerinin alımlama tarihi açısından boş ve önemsiz olduğu anlamına gelmez. Bu yüzden yazarın çalışma alanı, eserlerinin hedef kitlesi, alımlanışı veya değerini ortaya çıkarmak ve kültürlerarası çocuk eğitimindeki potansiyelini içerik analizi gibi alımlama yöntemleriyle çocuk ve gençlik edebiyatı kapsamında göstermek bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır.Araştırmamda aşağıdaki sorulara yanıt verilmeye çalışılacaktır:1. İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya'da çocuk ve gençlik edebiyatı için ne gibi şartlar bulunmaktaydı?2. Yazarın ve eserlerinin bu şartlarda çocuk ve genç eğitimindeki görev ve rolleri nelerdi?3. Else Günther kimdi ve çocuk kitapları yazmasının nedeni neydi?4. Ne tarz kitaplar yayınlamıştır ve hangi konuları işlemiştir?5. Çocuk ve gençlik edebiyatı yazarı olarak Almanya'da nasıl algılanmıştır?6. Günther'in önemi neydi ve neden zamanla popülaritesini kaybetti?7. Kültürlerarası dönemden önce yazarın eserlerindeki kültürel bileşenler nelerdi?8. Bu bileşenler İkinci Dünya Savaşı sonrasında kültürlerarası anlaşma açısından ne gibi işlevleri yerine getirmiştir?9. Bugünün kültürlerarası ağırlık noktalarını 1950'li yılların eserlerinde örnek olarak görmek mümkün müdür?10. Yabancı dil olarak Almanca dersinde kültürlerarası yaklaşım açısından bugün ne gibi bir katkı sağlayabilir?Bu çalışmamın diğer bir amacı ise çok fazla tanınmamış olan yazarın eserlerini gün ışığına çıkararak Alman çocuk edebiyatı tarihinde hak ettiği yeri bulmasını sağlamaktır. Ayrıca yabancılara ve yabancı kültürlere karşı düşmanlığın ve önyargıların zirve yaptığı (Nazi) dönemi sonrasında Else Günther'in kültürlerarası eğitime olan katkısını kavrayarak çocuk eğitimindeki öncü rolünü ortaya çıkarmaktır.Else Günther, kahramanlarını bazen yurtdışına çıkaran (Sonjas lustige Türkenreise [Sonya' nın eğlenceli Türkiye seyahati] isimli romanda olduğu gibi) bazen de Almanya'ya getiren (Sonnys Gast aus Afrika [Sonya' nın Afrikalı misafiri] adlı eseri örnek verilebilir) bir yazardır. Kahramanlarını ülkelerarası bir yolculuğa çıkaran Günther, böylelikle söz konusu ülkelerin kültürlerini de çocuk okurlarına tanıtmaktadır. Farklı ülke ve kültürleri tanımanın karşılıklı olumlu ilişkilerin gelişmesindeki önemini de göz önünde bulundurduğumuzda, yazarın eserlerinde yansıtmış olduğu bakış açısının önemi ortaya çıkmaktadır.Else Günther, kitaplarıyla genç okurlarını, diğer halklar ve kültürlerle buluşturarak onların farklılık ve benzerliklerini görmeleri için katkı sağlamıştır. Onun kitapları sayesinde çocuklar dünyanın çeşitli yerlerindeki insanların yaşamlarına katılabilmekte, onların yaşantılarını paylaşabilmektedir. Bu sayede dünyanın neresinden olursa olsun, farklı halklara karşı anlayışlı olabilmektedir. Yazarın eserlerindeki çocuk kahramanları ebeveynleriyle veya yakın akrabalarıyla (Sonja' nın Eğlenceli Türk(iye) Seyahati [t.y]: Sonja doktor olan amcası ve onun oğluyla birlikte Türkiye' ye gelir) ya da öğrenci değişim programlarıyla tek başlarına (Pfiff Serisi: Parisli Gaston, İsveçli Nils Botterblom ya da Kamerunlu Samson Akuri) başka ülkelere göndermesinin nedeni, Alman halkının başka milletlerden insanlarla kolaylıkla dostluk kurduğunu ve aynı şekilde onlar tarafından da kabul gördüğünü göstermek istemesi olabilir.Else Günther de her ne kadar 1950li ve 60lı yıllarda eserler vermiş olsa da kitaplarındaki yabancı algısı olumsuzluklara imkân tanımayacak türdendir. Yabancılar kendi inanç ve değerleri içinde tasvir edilirken ön yangılardan uzak bir tutum ile yansıtılmaya çalışılmıştır. Örneğin `Sonja` seri kitaplarının başkahramanı Sonja/ Sonnie' nin kiliseye ilk girdiğinde yaşadığı şaşkınlık ve büyülenme, Türkiye' ye geldiği zaman camide ibadet edenleri ilk gördüğü şaşkınlığıyla eş değerdir. Kahramanın henüz çok küçük yaşta olmasına rağmen her iki ibadet mekânında da gürültü veya çocukça hareketler yapmayarak saygılı davranması dikkate değer bir durumdur. Yazar, eserinde kahramanlarını bu şekilde davrandırarak aslında kişinin ister kendi isterse bir yabancının dini olsun hepsine saygı göstermesi gerektiğini satır aralarında okurlarına hissettirir.Yazarın farklılıkları bir eksiklik değil birer değer olarak kabul ettiğini farklı örneklerden de anlamak mümkündür. Örneğin Sonja, amcası Julius ve kuzeni Jüle ile Türkiye' ye geldiklerinde İstanbul' da bir restoranda tatlı yemek isterler. Amcası ve kuzeni ona Tavukgöğsü (Huhn in Milch) isimli bir tatlıdan bahsedince Sonja'nın yüzü değişir ve onu asla yemeyeceğini söyler. Bu durum karşısında amcası ve kuzeninin rahat ve anlayışlı tavırları da dikkat çekicidir. Amca ve oğlu gülen gözlerle Sonja' nın önüne konulan yiyecekleri iştahla yemesini seyrederler. Nihayet Sonja memnun bir şekilde tabağındaki tüm tatlıyı yer ve onlara yediği şeyin Türkçe'deki adını sorar. Tavukgöğsü cevabını aldığında ise inanamaz. Sonja hiçbir durumda yemem dediği bir yiyeceği habersiz olunca çok severek yemiştir. Aslında yazar burada ön yargıların insan kararlarında ne kadar etkili olduğunu göstermek istemiştir. Buna benzer farklı örnekleri yazarın diğer kitaplarında da görmek mümkündür.Türkiye'deki Almanca bölümlerine bakıldığında Alman çocuk ve gençlik edebiyatı araştırmalarında bu döneme ilişkin bir boşluk bulunmaktadır. Bu durum ise benim doktora çalışmamda vurgulamak istediğim önemli bir husustur. 60lı yıllardan sonra bu alanda birçok araştırma yapılmasına rağmen İkinci Dünya Savaşı'nın yıkıcı etkisinin henüz devam ettiği geçiş dönemi niteliğindeki 50'ler üzerine çocuk edebiyatı alanında bilimsel çalışmalar sınırlı sayıdadır. Çalışmamızda, Almanya'daki çocuk ve gençlik edebiyatının 1950'li yıllardaki gelişim sürecini inceleyerek bu alandaki bir boşluğun dolmasına bir nebze de olsa katkı sağlayacağını ümit ediyorum.1950'li yılların çocuk ve gençlik edebiyatı göç temelli önyargılardan tamamen uzaktır. Çalışma sonunda Else Günther'in kitaplarından elden edilen bütün veriler, yazarın eserlerinde kendi kültürü ile yabancılarınkini değerlendirirken ne kadar önyargısız davrandığını bizlere göstermektedir. Böylece 60'lı yıllardan sonra Almanya'ya yapılan işçi göçü öncesindeki geçiş dönemi hakkında, Türk Germanistik camiasında çocuk edebiyatı çalışmalarındaki söz konusu boşluk doldurulmuş olacaktır.Else Günther'in biyografisi ve kitapları hakkında maalesef ikincil kaynak sayısı yok denecek kadar azdır. Bu durum ise bizi Günther'in neden yabancılar hakkında önyargısız ya da dostane çocuk kitapları yazdığı hakkında kesin hükümler vermekten alıkoymaktadır.Ayrıca yazarın eserlerindeki yabancı algısını inceleyebilmek için sadece yabancılarla (Türkler, İsviçreliler ya da Afrikalılar vb. gibi) ilgili olan çocuk romanları ele alınmış ve buna göre elde edilen sonuçlar üzerinden genellemeler yapılmıştır.Bir toplumun geleceği sayılan çocuk ve gençler hakkında aslında söylenmesi gereken çok şey vardır. Hangi oyunları oynadıkları, hangi kitapları okudukları, nasıl beslendikleri ya da nerelerde ve ne şartlarda yaşadıkları herkesi az çok ilgilendiren konulardır. Çocuk sahibi olsun ya da olmasın her bireyi yakından ilgilendiren bir konu daha vardır: Çocuk ve gençlik eğitimi.Çocuk eğitimi geçmişten günümüze üzerinde bazen önemle durulan bazen de hak ettiği değeri bulamayan konulardan olmuştur. Aslında her dönemde çocuk eğitimine yönelik bir şeyler yapılmaya çalışılmıştır, fakat çocuğa ve gence verilen değer zaman zaman artmış ya da azalmıştır. Çocuk ve gençler hakkında her ne kadar çok şey söylenmiş olursa olsun son söz asla söylenmemiştir ve her zaman da söylenmemiş olarak kalacaktır. Değişen ve gelişen yaşam şartları ve imkânları sayesinde her nesil bir öncekinden farklı yaşamaktadır. Söz konusu farklılıklar çocuk ve gençlere dair söylenecekleri çeşitlendirmekte ve güçleştirmektedir.Modern çağ, insanın toplumsal ve bireysel özelliklerini aynı anda ama farklı açılardan inceleme zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir. Çocuklar artık eski dönemlerde olduğu gibi yetişkinlerin birer küçük kopyası sayılmak yerine kendi istek ve ihtiyaçlarının farkında olan kişiler olarak kabul edilmektedir. Kişinin gerek toplumsal ve sosyal gerekse bireysel özelliklerini ele alarak ona göre incelemelerde bulunan eğitim psikolojisinin ayrı bir bilim dalı olarak kendini kabul ettirmesiyle çocuk eğitimi gerçek anlamda bir ilerleme kaydeder. Çocuk edebiyatının ortaya çıkışı da bu ilerlemeye dayandırılmaktadır.Çocuk ve genç kavramları zaman zaman birbirinin yerine kullanılmıştır. Bu çalışmada her iki kavram birbirinin yerine olmasa da birlikte ele alınacaktır. Geçmişten beri bu iki kavramı tanımlarken zamanın şartları belirleyici olmuştur, bu yüzden aralarında yaşa göre ince bir ayrım yapmak güçleşmiştir. Çocukluk bebeklikten itibaren (2 yaş) ergenliğe (15 yaş) kadar olan dönem olarak tanımlanırken gençlik genellikle 18 yaşa kadar olan zaman dilimi olarak belirtilmiştir.Çocuk ve gençlik edebiyatı denilince akla çeşitli sorular gelmektedir. Bu edebiyat türü, genel edebiyat içinde bir bölüm müdür, çocuk ve gençler tarafından mı yoksa onlar için mi yazılmaktadır gibi sorular bunlardan bazılarıdır. Çocuk ve gençler için üretilmiş eserlerin yanı sıra onların algılayıp kavrayabilecekleri seviyede okul kitapları ya da gazeteler de bu türe dâhil edilmektedir. Çocuk ve gençlerin anlayabileceği resimli kitaplar, ilk okuma kitapları, gazete veya dergiler, kurgusal ya da kurgusal olmayan tüm eserler bu edebiyat kapsamında ele alınmaktadır.Çocuk (ve gençlik) edebiyatı ve genel edebiyat arasında şimdiye kadar kesin bir farktan söz edilememesi, çocuk edebiyatının bir alt tür olduğu düşüncesini yaygın hale getirmiştir. Çocuk ve gençlik edebiyatı denildiğinde genel edebiyatın bir parçasıymış, dolayısıyla daha az önemliymiş gibi bir izlenimin oluşmaması gerekir. Genel edebiyatta dikkate alınması gereken tüm noktalar hatta daha fazlası çocuk ve gençlik edebiyatı için de geçerlidir. Çocuk ve gençler için eserler üretecek kişiler eserlerini tüm yönleriyle ele almak zorundadır. Pedagojik, estetik ya da psikolojik tüm şartlar göz önünde bulundurmalıdır. Bu bakımdan çocuk edebiyatı daha değersizdir demek doğru değildir.Else Günther'in çocuk ve gençler için yazmış olduğu romanlara bakıldığında söz konusu eserlerin genç kız, macera ve gezi romanı türünde oldukları dikkati çeker. Dini motifler de ağırlıklı olarak göze çarpmaktadır. Savaş sonrası dönemde birçok romandan savaşın olumsuz izleri silinmeye çalışılmıştır bunun için eserler gözden geçirilerek içerik olarak kısaltılmıştır. Savaşı ve orduyu hatırlatacak imalardan kaçınılmıştır.1945 sonrası dönemde çocuk ve gençlik edebiyatı alanında dergi ve çizgi romanların arttığı ve bunların da sevilerek okunduğu görülmektedir. Bu tür eserlerin gereğinden fazla yayınlanmasının çocukları ve gençleri tehlikeye sürüklediğini düşünen bazı çevreler çocukları söz konusu eserlerin etkisinden korumak için karşı bir koruma kampanyası başlatırlar. 1945 ve 1949 yılları arasında yayınevlerine sıkı denetimler uygulanır, böylece çocuk ve gençlere yönelik eserlerin sayısı azalır. Bu yüzden yayınevleri içerik olarak geçmiş ve şimdiyle ilgilenmek yerine Biedermeier dönemi öncesine ağırlık verirler.İkinci dünya savaşı sonrasında Almanya'da ortaya çıkan hâkim güçler ülkeyi dört ayrı bölüme ayırır. Bu durumun etkisini her alanda olduğu gibi çocuk ve gençlik edebiyatı üzerinde de görmek mümkündür. Kâğıt kıtlığı, hâkim güçlerin yayın politikası ve kısıtlamaları, savaşın neden olduğu maddi ve manevi sonuçlar yayın olanaklarını büyük ölçüde sınırlandırmıştır. Yayınevlerine sansür politikası 1949'da kaldırılmış olsa da çocuk ve gençlik edebiyatında sonraki dönemde hala gerçeklikten uzak eserler verilmeye devam etmiştir. Hans Baumann, Herbert Kranz ve Kurt Lütgen gibi Nazi döneminde edebi anlamda aktif olan bazı yazarlar eserlerinde kurgusal uyumlu bir dünyaya ulaşma çabasındadırlar. Savaş sonrasında toplumdaki genel ruh hali korkudan ibarettir. Bir yandan bütün her şeyi bir anda mahvedebilecek güçte silahların varlığı insanların dehşete düşmesine neden olurken, diğer yandan da soğuk savaş yüzünden sürekli olarak hissettikleri baskı, kötümserliğe neden olmakta ve onların kendilerini avutmalarını güçleştirmektedir.1950'ler hemen her alanda olduğu gibi edebiyatta da yeni başlangıçların olduğu yıllardır. Nazi rejiminden dolayı büyük sıkıntılar çeken kimi yazarlar eserlerinde geçmişle hesaplaşmayı tercih ederken bazıları sessiz kalmayı tercih etmiştir. Heinrich Böll, Wolfgang Borchert gibi yeni kuşak yazarların da eserleri yayınlanmaya başlamıştır. Yabancı yazarlardan çeviriler yapılmıştır.1950'li yıllardan sonra çocuk edebiyatı da yeni bir perspektif kazanmaya başlamıştır. O zamana kadar alışılmış tüm fikirler bir kenara bırakılarak iyi ve güzel olanın peşinden gidilmiştir. Artık çocuk ve gençlere uygun eserler üretilmeye başlanmıştır. Çocuk ve gençlik edebiyatının öncelikli olarak dini, politik ve ahlaki eğitime hizmet etmesi gerektiği düşüncesinden ziyade onların yaş ve algı düzeylerine uygun olması gerektiği düşüncesi yaygınlaşır.1950'li yıllar yeniden yapılanma ve geçiş dönemi yıllarıdır. Nazi döneminin ve savaşın olumsuz etkilerinden kurtulma yıllarıdır. Bu dönemin en göze çarpan özelliklerinden biri modernleşmedir. Modernleşme süreci, sadece Almanya'da değil çeşitli ülkelerde bu dönemde başlamıştır. Söz konusu dönemin insan hayatına getirmiş olduğu yenilikler bu dönemde yazılan eserlerde göze çarpar.Bu dönemde eser veren yazarların bazıları gibi Else Günther de kitaplarında kahramanlarını değişik ülkelere seyahat ettirmiştir. Böylece herkesi derinden etkilemiş olan bir savaşın yıkıcı etkilerini bir nebze olsun azaltmak istemişlerdir. Else Günther'in çocuk ve genç kahramanları eserlerinde farklı ülkelere seyahat ettirmesinin nedeni bir kadın yazar ve belki de bir anne olarak çocuk ve gençlere karşı kendini sorumlu hissetmesinde aranabilir. Eserleri aracılığıyla çocuk ve gençleri savaşın ağır yükü ve düşüncesinden kurtarmak isteyişi eserlerini olumlu bir hava içinde ve yabancıya karşı önyargısız bir üslupla yazmasını sağlamıştır.Yabancı olan şey veya kişiler her zaman için insan hayatında bir korkuya ve çekinceye neden olmuştur. Bu nedenle bilinmeyen veya yeterince tanınmayan her ne ise ona karşı mesafeli olmak, hatta onun karşısında durmak çok sık rastlanan durumlardandır. Yabancıya karşı olumsuz algıların oluşmasının temelinde değişik nedenler yatmaktadır. Her dönemi o dönemin şartları içinde değerlendirmek gerekir. Bugün birçok kişi yabancı ülkelere seyahat edip farklı milletlerden kişilerle arkadaşlıklar kurabiliyor. Hâlbuki daha önceki dönemlerde yabancı kişilerle tanışmak ve farklı ülkelere seyahat etmek bu kadar kolay değildi. Ya zengin insanlar ya da işi gereği ticaret vb ile uğraşanlar daha çok bu imkâna sahiptiler. Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan zaruri göçler veya ülkedeki iş gücü açığını telafi etmek amacıyla yapılan işçi anlaşmaları yabancılarla tanışmanın bir başka yönüdür. Bu şekilde bir karşılaşma ve tanışma bazen kişiler arasında olumsuz değerlendirmelerle sonuçlanabilmekte ve yabancı olan kişi veya durum, bir problem olarak görülmeye başlanmaktadır. Bu durum ileri boyutlara ulaştığında yabancıdan korkma, onu kabullenmeme, dışlama ve en sonunda yabancı düşmanlığına varan durumlar ortaya çıkmaktadır.Yabancı kavramı farklı araştırma alanları tarafından değişik şekillerde tanımlanmıştır. Kimileri bilmediğimiz ya da hakkında yeterince sahip olmadığımız kişileri yabancı olarak nitelerken, kimileri de bize tanıdık gelmeyen, algılanması güç olan durumları ifade etmek amacıyla yabancı kavramını kullanmışlardır. Bunun yanında kendinden olmayan, aynı yaşam alanından veya çevreden gelmeyen kişiler için de yabancı kavramını kullananlar olmuştur. Yabancı dil dersleri çerçevesinde inceleme konusu olan yabancı kavramı ise bütün bunların bir karışımı niteliğindedir, çünkü ortada öğrenilmesi gereken hedef bir dil, o dili konuşan insanlar ve onların kültürü olarak nitelenen yaşam tarzları, düşünceleri, inançları, gelenek ve görenekleri bulunmaktadır. Bu sayılan noktalar bir bütün olarak düşünüldüğünde yabancı kavramı somut bir vücut bulmaktadır. Bilinmezlik ve belirsizlik durumları da arttıkça yabancıya ya da yabancı olana karşı korku başlamakta ve kişiyi tedirgin etmektedir.Farklılıklar ve benzerlikler her yerde ve her zaman karşımıza çıkacak özellikler olduğu için bunları yok saymak yerine bunlarla beraber yaşamayı öğrenmek gerekir. Söz konusu farklılıkların bir eksiklik değil de karşı tarafın bir değeri olduğunu kavramak ve ona uygun davranmak gerekir. İnsani ilişkilerde „bu iyidir` veya „bu kötüdür` tarzında kesin hükümler yerine karşılıklı saygı ve anlayış esas alınmalıdır. Aşağılayıcı ve küçümseyici bir bakış açısı kültürel değerleri ve toplumsal ilişkileri incelemek için bir çıkış noktası olamaz. Birbirini tanımak adına karşılaştırmalar yapmak tabi ki yerinde ve normal tutum ve davranışlardır, fakat bunu yaparken yargılayıcı olmamak gerekir. Yabancı olan aslında insanın kendisidir. Kişi yabancı durum veya kişi karşısında aslında kendisinde olan ya da olmayan ne ise onun farkına varır. Söz konusu yabancı kişi veya durum, insanın içine bir ayna tutarak kendini daha yakından incelemesine olanak sağlar.Yabancıya karşı olumsuz yargıların ortaya çıkmasını engellemek için kişiler veya toplumlar öncelikle kendini iyi bilmeli, yabancıyı tek bir yönüyle değil tüm yönleriyle tanımaya çalışmalıdır. Bu yüzden kişilere küçük yaşlardan itibaren buna yönelik eğitimler verilmedir. Gerek ailede gerekse okullarda verilecek eğitim sayesinde hem toplumsal hem de toplumlar arası düzeyde iyileşme ve ilerlemelerin olacağı muhakkaktır.Yabancı ve yabancıların çocukları, Alman çocuk ve gençlik edebiyatında ancak 1960'lardan sonra konu edilmeye başlanır. Türkiye'den veya farklı ülkelerden Almanya'ya giden işçi aileler ve çocukları gerek günlük hayatlarında gerekse iş ve okul yaşantılarında Almanlarla iletişim kurmak zorundadırlar. Bu durum sanıldığı kadar kolay olmamakta dilsel ve kültürel farklılıklar insanlar arasındaki iletişimi zedelemektedir. Yabancı çocukların okuldaki Alman arkadaşları tarafından dışlanması, aralarındaki çatışmalar veya olumsuzluklar edebiyatta da yansıma bulmaya başlar. Artık edebi eserlerde kültürlerarası çatışmalar, yabancı düşmanlığı, yabancıları istememe, okul, arkadaşlık, geri dönüş ya da mülteci konuları ağırlıklı olarak işlenmeye başlar.Kültürel ve kültürlerarası eğitimin verileceği en uygun ortamlar yabancı dil dersleridir. Bu dersler edebi metinlerle desteklendiğinde daha verimli hale gelir. Söz konusu edebi metinler sayesinde öğrenenler sadece yabancıyı tanımakla kalmayacak aynı zamanda kendi kültür ve değerlerini de yakından inceleme ve değerlendirme fırsatı bulacaklardır.Edebiyat sadece tek bir işlevi bulunmayıp okuru çeşitli yönlerden geliştiren, ruhen besleyen, insanlığına anlam katan bir alandır. Bu yüzden edebiyat ile erken yaşlarda tanışmak çocuklar için çok önemlidir. Erdem sahibi, iyi ve başkalarına karşı hoşgörülü bireyler yetiştirmenin bir yolu da çocuk ve edebiyatı bütün olarak düşünmektir, çünkü dünya çocuklar sayesinde güzelleşir. Bunu da başarmanın en iyi yolu edebiyat ve çocuk buluşmasıdır. Aslında sadece çocuk veya gençler değil her yaştaki insan için edebi eserler bir gelişim sağlar. İnsanlar, kendilerini edebi eserlerdeki karakterlerin yerine koyarak empati (duygudaşlık) yeteneklerini geliştirirler. Aynı durum yabancı dil dersleri için de geçerlidir. Yabancı dilde edebi eserlerin okunması kişilere söz konusu eserin dili ve o ülkenin kültürünü gerçeğe yakın durum ve bağlamlar içerisinde inceleme ve öğrenme fırsatı sunar.Yabancı dil dersleri farklı olanı tanıma, kişileri ötelemeden ya da onların bize göre yabancı olan durum ve yaşantılarını küçüksemeden, ön yargısız ve korkusuz bir şekilde anlamaya çalışma fırsatı sunmaktadır. Söz konusu derslerde öğrenenler, yabancılara karşı ortaya çıkmış olan olumsuz değerlendirme ve yargıların nedenlerini araştırma fırsatı bulabilecekleri gibi bütün bunların üstesinde gelebilmek için çözüm önerileri de geliştirebileceklerdir. Başkası hakkındaki olumsuz ve ön yargılı değerlendirmeler öğrenme ortamlarını da kötü yönde etkilemektedir. Dil öğrenenler öğrendikleri dilin yapısal özelliklerini bilmenin yanında o dili konuşan halkın genel kültürel özellikleri hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmadığında kendilerince farklı fikirler edinebilirler. Bilinmezlik ve muhatabını iyi anlayamamış olmama temelli bu yaklaşımlar ise kişiyi kalıpların içine sokar. Bu noktada yabancı dil dersi veren eğitim öğretim kurumları ve oralarda görevli kişi veya öğretmenler yabancı dil öğrenme sürecinde ortaya çıkabilecek bu tarz olumsuz durumları en az düzeye indirebilmek için çalışmalar yapmalılar. Dili sadece kural aktarımı olarak görmek yerine, yaşayan bir varlık olarak algılayıp kültürlerarası iletişimi güçlendirme aracı olarak kullanmayı bilmeliler. Bunun yanında öğrenenlere hedef dilin konuşulduğu ülke hakkında somut veriler içeren bilgilerin kuru bir aktarımında bulunmaktan ziyade o dilin halkını anlayabilme, kendini onların yerine koyabilme yeteneklerini geliştirebilmek için ortam hazırlamalılar. Bu dersler öğrenenlerin hem kendilerini hem de muhataplarını yakından inceleme fırsatı bulacakları ortamlar haline geliştirilmelidir. Kendini yeterince tanıyan bireyler, karşısındakini de tanımak için çaba sarf edeceğinden empati yetenekleri gelişecektir.Für jedes Kind ist es ein Recht, eine gute Erziehung zu erhalten, da Kinder die Zukunft einer schönen Welt sind. Die größte Aufgabe dafür gehört vor allem zur Familie, in der die erste Ausbildung des Kindes anfängt. Zuerst sollen die Eltern ihre Kinder als Menschen annehmen, deren Gedanken und Gefühle genau so sehr wichtig wie die der Erwachsenen sind. Sie sollen ihre Kinder auf keinen Fall einschränken, um die möglichen schlechten Situationen zu vermeiden. Die Kinder, die im Namen von einer guten und strengen Kindererziehung von den Eltern immer eingeschränkt werden, können nicht frei sein und aufgeschlossen denken. Darüber hinaus sollen die Eltern ihren Kindern beibringen, vor den anderen Menschen Respekt zu haben.Kinder- und Jugenderziehung ist ein ausgesprochen wichtiges und gesamtgesellschaftliches Phänomen, weil Kinder und Jugendliche die Zukunft einer Gesellschaft bzw. einer Nation bilden. Dieses Thema liegt in der Weltgeschichte weit zurück, aber eine Kindererziehung im heutigen Sinne kommt erst in Frage, nachdem begonnen wurde, den Menschen mit seinen sozialen und persönlichen Aspekten zu untersuchen. Erst nach der Anerkennung der pädagogischen Psychologie und der Erziehung als Wissenschaftsbereiche fängt die Kindererziehung an, zum Gegenstand der Literatur zu werden.Kinderliteratur ist im Vergleich zur Allgemeinliteratur nicht gering zu schätzen, da sie eigentlich vielmehr ist, als sie beschrieben wird. Sie ist prinzipiell nicht anders als die allgemeine Literatur, beide entstehen durch die Sprache, deswegen ist es nicht anzunehmen, dass die Kinderliteratur eine ganz verschiedene Art sei. Dennoch ist es wohl selbstverständlich, dass die Kinderliteratur über einige bestimmte distinktive Merkmale, die sie von der allgemeinen Literatur unterscheiden, verfügt.Auf Grund der Tatsache, dass bis jetzt keine bestimmten gravierenden Unterschiede zwischen KJL und der allgemeinen Literatur ausgemacht werden konnten, sind die einen einerseits geneigt zu sagen, dass KJL ein Unterteil der allgemeinen Literatur ist, die anderen behaupten andererseits, KJL ist ein autonomer Bereich. Deswegen gibt es verschiedene Ansichten bei der Herstellung der Werke bzw. der Bearbeitungen in diesem Bereich.Den Schwerpunkt meiner Arbeit bildet die Untersuchung von Else Günther als deutscher Kinderbuchautorin und ihr Beitrag zur interkulturellen Erziehung; der Grund dafür ergibt sich daraus, dass sie sich schriftstellerisch in den 50er Jahren betätigt hat und damit einen ganz anderen Blick (als in der Vor- und Nachkriegszeit) in die deutsche Kinderliteratur verschaffte.In Anbetracht der zahllosen Veröffentlichungen der Autorin liegen leider sehr wenige Sekundärliteraturen über ihre Person und Bücher vor. Das wird uns wahrscheinlich daran hindern, uns im Klaren zu sein, was sie biografisch genau zum Schreiben solcher thematisch fremdenfreundlichen Kinderromane geführt hat. Bei der Bearbeitung und der Analyse der behandelten Kinderbücher wird die werkimmanente Interpretationsmethode angewandt.Schlüsselwörter: Kind, Kindererziehung, Kinder und Jugendliteratur, Interkultralität | |
dc.description.abstract | It is a right for every child to have a good education, since the children are the future of a beautiful world. The biggest task for this belongs above all to the family in which the child's first education begins. First, parents should accept their children as people whose thoughts and feelings are very important, like those of adults. In any case, they should not restrict their children in order to avoid the possible bad situations. The children, who are always restricted by parents in the name of good and strict child-education, cannot be free and open-minded. In addition, parents should teach their children to respect other people.Child and youth education is a very important and societal phenomenon because children and young people constitute the future of a society or a nation. This topic goes back a long way in world history, but child education in the today's sense is only considered after people have started to examine them with their social and personal aspects. The child education begins to become the subject of literature, only after pedagogical psychology and education have been recognized as areas of science.Children's literature should not be underestimated in comparison to general literature, since it is actually much more than it is described. Children's literature has fundamentally no difference from general literature; both are created by language, so it is unlikely that children's literature is a very different kind. However, it is quite natural that children's literature has some distinctive features that distinguish it from general literature.Due to the fact that so far no specific serious differences between child and youth literature and the general literature have been identified, on the one hand most people are inclined to say that child and youth literature is a sub-part of the general literature, on the other hand others claim that child and youth literature is an autonomous area. Therefore, there are different views in the production of the works or the processing in this area.Due to the fact that so far no specific serious differences between child and youth literature and the general literature have been identified, on the one hand most people are inclined to say that child and youth literature is a sub-part of the general literature, on the other hand others claim that child and youth literature is an autonomous area. Therefore, there are different views in the production of the works or the processing in this area.The focus of my work is to investigate Else Günther as a German children's book author and her contribution to intercultural education; the reason for this arises from the fact that she worked as a writer in the 1950s and thus gave a completely different perspective (than in the pre- and post-war years) into German children's literature.In view of the author's countless publications, there is unfortunately very few secondary literature about her and her books. That will probably prevent us from being clear about what exactly led the author to write such thematically friendliness to foreigners children's novels. The inherent interpretation method is used for editing and analyzing the children's books.Keywords: child, child education, childeren's and jouth literature | en_US |