dc.contributor.advisor | Şekeroğlu, Sami | |
dc.contributor.author | Karatekin, Türkşan | |
dc.date.accessioned | 2020-12-10T07:40:56Z | |
dc.date.available | 2020-12-10T07:40:56Z | |
dc.date.submitted | 1998 | |
dc.date.issued | 2018-08-06 | |
dc.identifier.uri | https://acikbilim.yok.gov.tr/handle/20.500.12812/218241 | |
dc.description.abstract | 20. yüzyılın belleği sinema, sanatlar içerisinde, yaşadığı toplumun tarihine, ekonomik ve siyasal yapısına, kültürüne, diline ve bütün bu yelpazenin odak noktasında bulunan insana en fazla ihtiyaç duyan bir endüstridir. İstanbul'un göbeğindeki ayrıcalıklı bölge, Pera'da başlayan ilk sinema gösterilerinin ardından devlet eliyle başlatılan yapım çalışmaları ve yarı resmi kurumların konulu filmleriyle, Osmanlı ülkesindeki sinema mucizesi başladı ve ilginç bir seyir izledi. Pera sinemanın nabzının tutulduğu yer olurken, gayrimüslim teba da, batı kökenli yeniliklerle Müslüman halk arasında köprü oldu. Bu yıllar, Osmanlı'nın dolayısıyla Anadolu'nun cemaatçiliğe, toplu güvenliğe, kanaatkarlığa, düzen ve uyuma dayanan ve yüzlerce yıl çözülmeden süren yarı feodal ümmet hayat tarzının, batıyla artan temaslar sonucu yıprandığı yıllardı. Özel mülkiyetçi, ferdiyetçi, maceraperest ve Hristiyan batı dünyasının etkilerine, iç politikadaki olumsuz gelişmeler ve orduda yaşanan başarısızlıklar da eklenince, ekonomik çöküntünün paralelinde gelişen bir yozlaşma etkisini kültür alanında da duyurdu. Özellikle tiyatroda olmak üzere şiirde, edebiyatta, sinemada batı kaynaklı eserler örnek alındı hatta aynen kopya edildi. Sosyal hayatta ve özellikle aydın ve bürokratlar arasında yerelden ve gelenekselden kopuşlar yaşandı. Ağır aksak başlayan film çalışmalarında işlenen konular, ülkenin, halkın, aydının içinde bulunduğu durumu yansıtmaktan uzak kalan nitelikleriyle bu kopuşu adeta belgeliyorlardı. Mustafa Kemal'in `Batıya rağmen Batılılaşma` ilkesi içinde yer alan `Çağdaşlaşma, Sanayileşme, Şehirleşme` prensipleri, beraberinde milli kaynaklara yönelişi, halkçı söylemi etkin ve son derece köktenci politikalar sonucunda getirmeyi başarmışsa da kısa süreli bir açılım olarak kaldı. İnönü ile başlayıp Demokrat Parti ile devam eden dönemde, bu politikalardan büyük tavizler verildi. Cumhuriyet Dönemi'nde Atatürk'ün kişisel olarak sinemaya duyduğu özel ilgi kuşkusuz devletin siyasi kademelerine yansımış olsaydı, devlet ve sinema arasındaki ilişki, sansür ve vergiyle sınırlı kalmaz, Muhsin Ertuğrul on yedi yıl boyunca tekel olamaz, en önemlisi de Türk Sineması bir endüstri haline gelebilirdi.91 Muhsin Ertuğrul'un yabancı eserlerin yanında yerli kaynaklara yönelmesi, stüdyo kurulması ve sesli film çekimlerini başlatması, tiyatroya olduğu kadar sinemaya da getirdiği ciddiyet ve disiplin dışında, sinema dili ve anlatımı üzerine ulusal sinemamıza katkısı olmadı, hatta etkisi uzun yıllar süren zararlı bir geleneğin yerleşmesine neden oldu; tiyatrovari sinema.... II. Dünya Savaşı'nın ve Çok Partili Siyasal yaşantıya geçiş denemelerinin yaşandığı sancılı günlerde, sinemamız da bu gelişmelerin sosyal ve siyasi hayata yansıyan olumsuz etkilerinden nasibini aldı. Katı sansür kuralları uygulanmaya devam edildi, kapanan Avrupa pazarının yerini Amerikan ve Mısır filmleri aldı.l948'deki Türk filmleri lehine yapılan vergi indirimi ve Ertuğrul Muhsin'e alternatif oluşturan yönetmenlerin çıkışı, sinema adına olumlu gelişmelerdi. Sonraki dönemin sinemacılarına zemin hazırlayan bu yönetmenler, yapım maliyetlerini kısmak için sesli çekimden sessiz çekime yöneldiler ve bu sayede Türk filmlerinin yeniden sözlendirilmesi ve yabancı filmlerin yerlileştirilmesi söz konusu olmaya başladı. Melodram sinemasının tipik birer örnekleri olan Amerikan ve Mısır filmlerinin, Türk Sineması ve sinemacıları üzerindeki en büyük etkisi, uzun yıllar varlığı farklı şekillerde sürdürecek olan melodram anlayışını başlatmış olmalarıydı. Türk Sinema Tarihi'nde `en unutulmaz dönem` olarak kabul edilen 1950 sonrası, gerek sanatsal açıdan sinemamızın ulaştığı nokta, gerekse seyirci sayısı ve üretim açısından ilginç gelişmelerin yaşandığı bir dönemdi. Bu yıllarda senede üçyüz film çıkaran, ülke çapında üçbin sinema salonuna sahip olan Türk Sineması, hiçbir dönemde olmadığı kadar yerli özellikler taşıyan ya da yabancı etkileri bütünüyle sindirmiş filmlere öncülük etti. Ulusal Sinema Tezi içinde yer alan Lütfi Akad, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, gibi yönetmenlerin filmlerindeki gerçekçi tutum ve özgün hava, toplumun gündeminden uzak olmayan siyasal, sosyal ve tarihi konulara yöneliş, biçimsel anlamda çok yönlü başkalaşım (doğal mekan, yapmacıksız bir dil ve anlatım, yeni oyuncular) sonraki yıllarda yerini popüler yanı baskın ticari sinemaya bıraktı. 70'li yıllarda Komünizm korkusu, giderek şiddetlenecek olan sağ-sol davaları içinde, sinemada, aydınlarca yaratılan Yılmaz Güney mitosu, bir de Kapitalistleşme sürecini giren Türkiye'de göçlerle birlikte başlayan bir başka olgu, arabesk vardı. Televizyon, anarşi, sansür nedenleriyle seyircisini kaybetmeye başlayan sinemacı, ilkin yabancı filmlerin adaptasyon ve92 bire bir kopyalarını yapmaya, ardından da arabesk ve seks filmlerine kaydı. Bir dönemin toplumuyla, insanıyla birebir örtüşen sineması da yerini, ancak belli bir kesimin seyircisi olan boyutsuz, derinliksiz bir sinemaya bıraktı. 12 Eylül, 10 yılda bir gelen darbelerin belki de en keskini oldu. Uzun süredir istikrardan, uzlaşmadan, huzurdan uzak kalan Türkiye, anti-demokratik ama o an için geçerli bir yol olan MGK'nın askeri darbesiyle fırtınayı dindirdi. Özal, bu fırtınadan zaferle çıkan tayfanın kaptanıydı ve özellikle ekonomik yönden aldığı riskli kararlar, dış politika atakları ve medyatik yapısı sayesinde 80'lerin en önemli karakteri oldu. Toplum bir yanda yüksek enflasyonla savaşırken, bir süre sonra da son bulan anarşi yerine terör belasıyla tamştı. Bu durumda en güvenli mekan ev, en kolay ve ucuz eğlence televizyon oldu. Sinema seyircisi motivasyonunu yitirmişti ve ortadaki üretim de onu yeniden motive edecek denli etkili değildi. Aradaki kimi iyi niyetli çabalara rağmen bireyci özgürlük çerçevesinde sinemanın seçtiği yol benliğini ve belleğini yitirmesine neden olacak bir karakter gösteriyordu. Bazı entelektüel çevrelerin desteğini alan bu sinema, muhtaç olduğu gerçek sinema izleyicisinin desteğini alamadı. Sinemamız bu koşullarda 90'lı yıllara girdi. Amerikan emperyalizmin en etkili iki silahından biri olan sinema (diğeri televizyon), politik kararlarla bütünleşen hedefler doğrultusunda piyasaya hakim oldu. Bu dünyanın pek çok ulusal sinemasını tehdit eden bir unsur olduğu için şaşırtıcı değil. İlginç olan her gün televizyonlarda yayınlanan Türk filmlerinin, en fazla hasılat yapan Amerikan filminden çok daha fazla seyirciye ulaşmasıdır. Hollywood, 1950-60'larda kendisini piyasadan silip süpüren Türk Sineması 'ndan intikamını en ağır biçimde alıyor gibi gözüksede, aslında Türk seyircisi küçük ekrandan da olsa sinemasına olan bağlılığını sürdürmektedir. Gerçek tehdit Amerikan filmlerinin dışındaki sinemaya yabancılaşan ve Amerikan filmlerinde sunulan sahte dünyalara inanan sinema seyircisidir. | |
dc.description.abstract | The memory of the twentieth century, being cinema, is an industry that needs history, economic and political structure, culture and language of the society where it exists and most of all, man standing at the very focus of this fan. Following the first cinema films shown in Pera which is a privileged area in the middle of Istanbul, the miracle of cinema has began within the Ottoman territory through productions started by the government and the films of the semi-official institutes, having a special theme, and it had a very fascinating course. While Pera has become the heart of cinema, the non-Moslem public had played a role in becoming a bridge between the innovations of the West and the Moslem public. These were the years when the semi-feudal, religious and communitarian life-styles of the Ottomans namely the Anatolian public, which were established on the concepts of `community`, `group safety`, `modesty`, `order` and `harmony` and which has lasted uncorrupted for centuries have been eroded as a result of the contacts with the West. The effects of the Christian West having private property, individualistic and adventurous characteristics, furthermore the changes having a negative effect on the Ottoman internal policy and failures of the army, led to a cultural degeneration proceeding parallel to the economic depression. The western works of art in the fields of the poetry, literature, cinema, and especially in the theater, have been taken as a guide and have even been copied. Divergence from the concepts characterized as local and traditional has began in the social life especially among the intellectuals and bureaucrats. The themes of the films, the production of which in those days advanced so slowly were far away from reflecting the status quo of the country, public or the intellectuals, therefore such themes are strong evidences of this divergence. Although the principles of Mustafa Kemal Atatürk, `civilization, industrialization, urbanization` within his policy `westernization despite of the West` were succesful in creating, through effective and very radical policies, a tendency to use the national sources and a populist discourse, it could last only for a short period of time. Furthermore, both in the94 period of İnönü and of the Democratic Party, great concessions have been granted in respect of these policies. If Atatürk's private and considerable interest in cinema in the period of the Republic had reached and effected the political environment of the government, the relation between the government and the cinema would not have been limited to cencorship or taxes and Muhsin Ertuğrul could not establish a monopoly over the Turkish cinema for seventeen years and moreover the Turkish cinema could be considered as an industry. It is true that Muhsin Ertuğrul inclined towards national sources as well as the foreign works, established film studios, started sound films and brought a serious point of view and discipline to both theater and cinema. However, he did not contribute to our national cinema in respect of language and expression of cinema, on the contrary, he was the cause of a detrimental tradition which would be effective for years in our cinema: `theatrical cinema`. At the arduous times of World War II and the transition period to Multi Party Politics, the negative effects of these changes experienced within the social and political life have influenced the Turkish cinema as well. The strict principles of cencorship have been kept imposed, American and Egyptian films have replaced the European market that was closed due to the War. The tax reductions implemented in favor of Turkish movies in 1948 and the alternative movements of the new directors who were aganist Muhsin Ertuğrul were the positive developments on behalf of the cinema. These directors, having introduced a new basis for the future directors began to film in silent form instead of sound filming and thus dubbing of Turkish movies and adaptation of foreign movies have commenced.. American and Egyptian movies being typical examples of melodrama have considerably influenced the Turkish cinema and all persons related in the film industry by introducing the concept of melodrama which would exist for years in different forms. The post 1950 period has been accepted as `the most unforgettable period` since fascinating developments have been experienced regarding both the level where the artistic Turkish cinema reached as well as the number of audience and production. In those years, 300 films were produced yearly, the number of movie theatres increased to 3000 and to this effect the Turkish cinema has pioneered the films which completely assimilated foreign effects or films95 having more local characteristics in comparison to those produced in the former and future years. The directors from the National Cinema school such as Lütfı Akad, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ have exhibited a realistic approach and multi-level metaphormistic style (i.e. natural environment, simple and natural language and expression and use of new artists) in their films as well as having created an original atmosphere and having focused on social and historical subjects which reflect the agenda of the society into their films. This kind of cinema has been substituted by the commercial cinema having popular characteristics. In 1970s, fear of communism, the myth of Yılmaz Güney created in cinema within the conflict between the rightists which would be aggravated and another phenomenon called `arabesque` grew parallel to the internal migrations within Turkey which was experiencing the capitalism process. As the number of audience decreased due to television, anarchy and cencorship, the people in the cinema industry preferred to adapt the foreign films into natioanal cinema and they produced the copied of such and then they began to produce arabesque and sex films. Thus, the cinema overlapping the society and conditions of those times has been replaced by a kind of unqualified cinema viewed by a certain type of audience. September 12 can be considered as the severest coup-d'etat of all the ones following the decades to come. The military coup-d'etat of the Commission of National Safety having been an anti-democratic means, but also having been an effective and valid means according to the situation of those days, put an end to the unstable, discordant, unpeaceful condition in Turkey. Turgut Özal being the leader of this team having gained victory and benefiting from this situation became the most importand person of the 1980' s thanks to his risky decision in respect of the economy of the country, his audacious attempts in foreign policy and his mediatic style. While the society was struggling with high inflation, people now faced terror at this time instead of anarchy. Under these situations, the safest place became the home and the cheapest and most simple method of entertainment became television. The audience of cinema lost its motivation and furthermore the production in the field of cinema was not as strong and effective as to motivate them. Although a very few works have been achieved with good intention, the cinema gave such examples that made it lose its identity and memory in respect of individualistic freedom. This cinema was supported by some intellectual environment, however it has not been supported by the real cinema audience.96 The Turkish cinema has started to live its 1990's under these circumstances. The cinema which was one of the two most powerful guns (the other being television) of the American imperialism became dominant over the market within the directon of the the targets and with the political decisions. It is nevertheless, not surprising since this threatens a lot of national cinemas throughout the world. What really is surprising is that the Turkish films played on television everyday has a larger audience compared to American films with the highest profits. Although it seems that the cinema of Hollywood takes its revenge from the Turkish cinema which had eliminated it from its national, own market within the 1950-1 960' s, the Turkish audience still keeps its fidelity to its own cinema through at least the small screen. The real threat is the type of audience which establishes an alienation from every kind of cinema except for the American cinema and which believes the artificial worlds presented by American movies. | en_US |
dc.language | Turkish | |
dc.language.iso | tr | |
dc.rights | info:eu-repo/semantics/openAccess | |
dc.rights | Attribution 4.0 United States | tr_TR |
dc.rights.uri | https://creativecommons.org/licenses/by/4.0/ | |
dc.subject | Sahne ve Görüntü Sanatları | tr_TR |
dc.subject | Performing and Visual Arts | en_US |
dc.title | Başlangıcından günümüze Türk sinemasına genel bir bakış ve yabancılaşma | |
dc.title.alternative | A survey of Turkish cinema from beganning till today and alienation | |
dc.type | masterThesis | |
dc.date.updated | 2018-08-06 | |
dc.contributor.department | Sinema Televizyon Anasanat Dalı | |
dc.subject.ytm | Turkish cinema | |
dc.subject.ytm | Alienation | |
dc.subject.ytm | Cinema | |
dc.identifier.yokid | 74170 | |
dc.publisher.institute | Sosyal Bilimler Enstitüsü | |
dc.publisher.university | MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜNİVERSİTESİ | |
dc.identifier.thesisid | 74170 | |
dc.description.pages | 110 | |
dc.publisher.discipline | Sinema Televizyon Sanat Dalı | |