dc.description.abstract | -162- SONUÇ VE ÖZET Türkiye ekonomisinde 1980 öncesi uygulanan güdümlü ve düşük faiz oranları politikası ve belli bir eşiği asan, üç rakama ulaşan enflasyon sonucunda, mutlak değeri giderek büyüyen reel faiz oranları ekonomide önemli olumsuz sonuçlar doğurmuştur. i) Fonlar yüksek faiz uygulayan örgütlenmemiş banker piyasasın? ve verimsiz spekülatif alanlara kaymıştır, ii)Tasarruf oranı düşmeş, tüketim eğilimindeki artış paradan kaçışa dönüşmüş ve enflasyon körüklenmiştir. iii)Kredilerin maliyeti negatif dönüştüğünden, başta spekülatif stok yatırımları olmak üzere, her türlü verimsiz yatırım özendirilmiştir. Negatif reel faizleri yüzünden firmaların borç/özsermaye yapıları bozulmuş ve borçlanmak cazip hale gelmiştir. i v ) Bankaların yönetici belirli sermaye ve ticaret gruplarının eline geçmiş ve bu gruplarda zaten kıt olan banka kaynaklarını kendi faaliyetlerine tahsis ederek bu kredi rantından yararlanmışlardır. v )Finansal aktiflere yatırılan tasarruflar satın alma güçlerinden büyük kayıplar vermişlerdir. vi)Banker piyasası işlemlerinin büyük boyutlara ulaşma sı ve bankaların da bu işlemlere özellikle `Yerli DÇM`denilen uygulamayla aracılık etmeleri vergi kayıplarını arttırmıştır. Kısaca özetlersek, Türkiye ekonomisinde kıt kaynaklar ekonomik bir seklide kullanılmış, enflasyonist baskılar artmış, gelir dağılımı bozularak, tasarrufçular büyük ölçüde sürdürülmüştür. 24 Ocak 1980'de, bu olağanüstü boyutlara varan enflasyona, büyük kaynak dengesi açıklarına, dış borçlar ve finas kesimindeki bozukluklara çözüm amacıyla, ayrıca IMF'in de onayı ve baskısıyla, büyük önlemler-163- paketi getirilmiştir. Serbest piyasa ekonomisine geçiş adı altında alınan bu önlemler paketi içinde faize de önemli bir yer verilmiş tir. Liberal bir politikanın uzantısı olarak, faiz oranlarının da 4 Haziran I98O tarihinde alınan kararla serbest bırakıldığı belirtilmiştir. 8)909 sayılı kararnameyle serbest bırakılan faiz oranları politikası arkasında IMF'in faiz politikası yat maktadır. Çağdaş tutucu politikanın uygulayıcısı olan IMF, öncelikle reel mevduat faiz oranlarını pozitif düzeyde tutmayı amaçlar. Bu politikanın temeldeki nedeni, toplam telebikısmaktır. Hem toplam talebi kısmak, hemde yatırımcıları yatırını kararlarından caydırmak için pozitif faiz oranı amaçlanır. Hem artan kredi maliyetleri, hemde yatırama yönelticeği özkaynakları için cazip faiz oranların dan dolayı yatırımcı yatırım yapmaktın vazgeçip, üretimden uzaklaşacaktır. Böylece toplam talep, hem yüksek faiz oranlarının m. yardı tasarruf artışları ile talep yönünden, hemde arz yönünden kısılacaktır. Faizin ve parasal ilişkilerin, çağdaş tutucu politikadaki ara işlevi budur. Türkiye'de de serbest faiz politikasındaki temel amaç, yüksek faizlerle tasarrufları arttırıp toplam talebi kısarak büyük oranlara ulaşan enflasyon oranını aşağıya çekmektir. Ayrıca tasarruf ve yatırını arasındaki kaynak dengesi açığını kapatmak ve yüksek faiz oranları cazibesiyle gelecek yabancı sermaye ile ödemeler dengesindeki açıkları hafifletmektir. 1 Temmuz 1980'de uygulanmaya başlayan bu politikanın sonuçlarını değerlendirmeden önce şu soruyu sormak yerinde olacaktır. Acaba gerçekten faiz oranları Türkiye' de serbest bırakılmış mıdır? bu soruya olumlu cevap vermek mümkün değildir. Bunun nedenlerini şu şekilde açıklıyabiliriz. - Bu kararname ile oranının saptanması serbest bırakılan salt vadeli tasarruf mevduatı ile kredilerdir. Kararname vadesiz tasarruf mevduatına %5 oranında faiz verile--164-bileceğini belirlemiş, resmi ve ticari mevduata faiz veril memesini hükme bağlamıştır. Haziran 1980 sonunda Türk Banka sisteminde mevcut toplam mevduat tutarı olan 498.2 milyar Tl.nın yanlızca 98.2 milyar Tl. tutarındaki bölümün vadeli tasarruf mevduatı olduğu dikkate alındığında, `serbest faiz politikasının toplam mevduatın ancak %l9'u için geçerli olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Geriye kalan %8l'i için yine güdümlü bir faiz politikası izlenmesi, bu kararnameyle getirilen değişikliklerin daha ilk adımda ne kadar `serbest` olduğunu göstermektedir. -Görüntü olarak serbest bırakılan faiz politikası, gerek `Centilmenlik Anlaşmaları` gerekse devletin reeskont oranlarını arttırma tehditleri ile güdümlü hile sokulmuştur. Özellikle kredi faizleri konusunda devlet, müdahaleci reeskont politikaları ile ortaya çıkmıştır. -Güdümlü faiz politikası uygulaması olan ve haziran 1980 öncesi uygulanan selektif kredi politikasının,` serbest` faiz politikasına geçilmesiyle bırakılması gerekirdi. Oysa 1 Temmuz 1980 sonrası bu politika bırakılmamış hat ta güçlendirilmiştir. Özellikle sektörel ve bölgesel farklılıklara göre farklı faiz oranları saptanmasın» neden olan faiz iadeleri, faiz farkı fonuna kesinti, vergi bağışıklığı, tercihli munzam kargılıklar gibi selektif kredi politikası araçlarının bu dönemde de korunmasının `serbest `faiz politikasıyla çeliştiği açıktır. -`Serbest` faiz politikası ile çelişen diğer bir uygulama vergi yasalarımızdan kaynaklanmaktadır. Serbest faiz politikası uygulama nedenlerinden biride tasarrufçuların sömürüldüğü gerekçesidir. Fakat kredi faizlerinden % 15 oranında gider vergisi alınırken, tasarruf mevduatı faizlerinden %15 oranında gelir vergisi stopajının korunması bu politikanın getirilme gerekçesine ters düşmektedir. Yukarıda belirtilen nedenlerin yanı sıra, `faizlerin gelişimi bölümünde` de incelediğim gibi gelişmelerde izlenen faiz politikasının `serbest` değil tersi ne `güdümlü `olduğunu kanıtlamaktadır.-165- Şimdi de bu politikanın uygulama sonuçlarını değerlendirelim. 1 ) Bu politika uygulaması sonucunda tasarruf mevduatı artmıştır. 1981 yılında uygulamanın ilk etkisi olarak tablo görüldüğü gibi tasarruf mevduatı %138.2 lik bir artış hızına erişmiş, fakat bu artış oranı daha sonra azalarak 1983'de %28.6'ya, 1984 Mayıs ayı rakamlarına göre ise %26'ya düşmüştür. Yüksek faiz hadleri sadece varlık kalemleri karşısında yatırım yapma tercihlerini reel aktiflerden, finansal aktifler lehine çevirmiş, tasarruf oranı değişmemiştir. Bu finansal aktiflerden sağlanan faiz gelirleri de lüks malların tüketiminde kullanılmış ve yüksek tüketici bir sınıf türemiştir. ii) 1980'de l07.2 olan enflasyon oranı, 1981'de %36.7'e, 1982'de %35.2, 1983'de %30.6 olmuş, 1984 ise yine yükselerek %52'ye çıkmıştır.Rakamlardan da görüldüğü gibi enflasyon oranı yine çok yüksek oranlarda seyretmektedir. iii)Gerek kamu gerek Özel yatırımlar gerilemiştir. Özellikle stok yatırımlarında büyük bir düşüş görülmüştür. Yatırımlar GSMH'nın yüzdesi olarak 1976-1977 yılında cari fiyatlarla % 5.9 iken, bu oran yine cari fiyatlarla 1980-1984 döneminde %19.4' e düşmüştür. Bilhassa özel yatırımlar l976-1977 yılında GSMH'nın %11.8'ine eşitken, 1980-1981 döneminde bu oran %7 ' e düşmüştür, özel yatırımlardaki bu düşüşün nedeni, kredilerin reel yüksek maliye ti, iç talep yetersizliği, fon yetersizliği ve düşüş kapasite kullanımıdır. Nerdeyse %80'lere varan kredi faizi, yatırımcıları zor durumda bırakmıştır. Bu yüksek faizlere rağmen, kredi talepleri yine bankalarca karşılanamamaktadır. Kredi taleplerinin düşmemesinin nedeni gerek talep-166- yetersizliği, gerekse artan girdi maliyetleri dolayısıyla firmaların içine düştükleri likitide bunalımıdır. Ayrıca 1980 öncesinde borçlanmayla yatırımlarını sürdürmeye alışkın bu firmalar, bu dönemde de borç/özsermaye yapılarını düzeltememişlerdir. Kredi arzındaki mevduat artışlarına karşın yetersizlik ise, bankaların yüksek mevduat munzam karşılıkları ödemek zorunda oldukları ve ayrıca yüksek faaliyet masrafları ile kredi arzını kısmak zorunda olmalarıdır. iv)l982'de yüksek faiz savaşının sonucu yalanan `banker faciası` ekonomide hala kapanmamış yaralar açmıştır. Bu facianın ekonomik maliyetlerinden biriside, yeni yeni filizlenmeye başlayan sermaye piyasasının yakılmasına neden olmasıdır. Ayrıca iflas eden 4 bankanın yük de devletin böylelikle topluma yüklenmiştir. Bugün halen bankerlere para yatıran birikimciler ne anaparalarını ne de faizlerini alabilmişlerdir ve bu birikimlicilerin durumları henüz daha açıklığa kavuşmuş değildir. v)Gelir darılımı bugün daha da bozulmuştur. Gelirin büyük bir kısmını kâr, faiz, rant elde edenler alırken, ücretlilerin ve küçük üreticilerin gelirdeki payları giderek düşmüştür. vi)GSMH'nın artış oranı 1981' de % 4.1 iken, bu oran 1983' de %3.2' ye düşmüştür. vii)İhracat artışına karşılık ithalatın da artması sonucu cari işlemler bilançosu açığı devam etmiş ve ödemeler dengesi açığı kapatılamamıştır. Yukarıda belirtilen bütün bu sonuçlarla, faiz oranlarında yapılan endekslemenin sonuçlarını olumlu olarak değerlendirmek imkansızdır. Peki bu durumda faiz oranlarının düşürülmesi çözümmüdür? Herşeyden önce mevduat faiz oranlarını (vadeli tasarruf mevduatı faiz oranları) büyük oranlarda düşürmek imkansızdır. Gerek brüt faiz oranlarının, gerekse faizden alınan gelir vergisinin düşürülmesi bütçe gelirlerini önemli ölçüde ve olumsuz-167- yönde etkiliyerek, birikimlerin finansal sistemden uzaklaşması sonucunu getirecektir. Bu da zaten büyük likitide sıkıntısı içindeki finansal kuruluşların sorunlarını daha da arttıracaktır. Kaldı ki, mevduat faizlerinin düşürülmesi, kesinlikle kredi maliyetlerinin düşmesi sonucunu peşinden getirmez. Çünkü. kredi maliyetlerini pek çok etmen belirlemektedir. Kredi maliyetlerini arttıran en önemli neden, efektif oranı %25 olan mevduat munzam karşılıkları, %10-15 oranında değişen genel disponibilite yükümlülükleridir. Bunlarda bir indirim yapılmadan kredi maliyetleri düşürü] e m e 7.. Kredi maliyetlerini arttıran diğer bir otken de kredi ve faiz komisyonları üzerinden alınan gider vergisi, kredi faizlerinden alınan Ta i z farkı iade fonları` ve başta personel giderleri ile bankaların sabit giderleridir. Bu kalemlerde indirdin yapılması imkansız görülmektedir. Görüldüğü gibi faiz oranlarını düşürmekte gerek reel, gerek finansal kesimdeki bunalıma çözüm getirmekten uzaktır. Ülkemizdeki temel yapısal bozukların getirdiği bunalımı geçici parasal önlemlerle değiştirmeye çalışmak anlamsızdır. Bu yapa sal bozuklukların temeline inmeli ve bozukluk ve çarpıklıklar iyice kavranarak köklü çözümler getirilmelidir. | |