Açık kalp ameliyatlarında pulsatil ve nonpulsatil dolaşım endokrin sistem üzerine olan etkilerinin karşılaştırılması
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
ÖZET Açık kalp ameliyatlarının odak noktası, kalp ve akciğerlerin geçici bir süre için devre dışı bırakılması ve norma] dolaşım ile oksijenizasyonun sağlanabilmesi için kardiyopulmoner bypass işleminin gerçekleştirilmesidir. Normal dolaşım pulsatil iken, standart kardiyopulmoner bypass nonpulsatil karakterde bir akım sağlamaktadır. Alternatif bir yöntem olarak, vücudun doğasına uygun biçimde pulsatil dolaşım teknikleri geliştirilmiştir. Bu yöntemin genel doku perfüzyonunu ve dokulardaki oksijen kullanımını artırdığı; normale yakın refleks vazomotor kontrolü sağlayarak sistemik vasküler direncin artmasını engellediği ortaya atılmıştır. Ayrıca santral sinir sistemi, gastrointestinal sistem ve kompleman sistemi üzerinde de olumlu etkilerinin olduğu belirtilmiştir. Diğer yandan, konunun en tartışılan noktası hemoliz ile ilgili olduğu gibi, belirgin fizyolojik yararlarının olmadığına ilişkin iddialar da bulunmaktadır. Bu çalışmamızda, pulsatil perfüzyonun endokrin sistem üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçladık ve Dokuz Eylül Tıp Fakültesi Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı'nda açık kalp ameliyatı uygulanan 22 hasta, nonpulsatil ve pulsatil akım uygulanan iki grup halinde çalışmaya dahil edildi. Gruplar arasında yaş, vücut ağırlığı ve yüzeyi, ortalama perfüzyon basıncı, ortalama perfüzyon akımı, perfüzyon süresi, aortik kros-klemp süresi ve maksimal soğuma gözönüne alındığında anlamlı bir istatistiksel fark yoktu. Olguların hepsinde ameliyat öncesi (bazal değer), genel anestezi uygulandıktan sonra, perfüzyon başladıktan 30 ve 60 dakika sonra, ayrıca ameliyattan 24 saat sonra olmak üzere toplam 5 'er kez kan örnekleri alındı. Bu örneklerde TSH, T3, T4, Free T3, Free T4, ACTH, Kortizol, Aldosteron, Insulin, GH ve Glukoz düzeylerine bakıldı. İstatistiksel işlemler Mann-Whitney U ve BağımsızGruplar için Ortalamaların Karşılaştırılması testleri ile yapıldı, ilk iki örnek için gruplar karşılaştırıldığında, tüm bu parametreler yönünden anlamlı bir istatistiksel fark yoktu. TSH için, ölçüm sonuçlarının ortalamaları birbirine oldukça yakındı ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). Otuz ve 60.dakikalar için karşılaştırıldığında, T3 değeri pulsatil grupta belirgin olarak yüksekti (p<0.05). Perfüzyonun 30. dakikasında, FT3 sonuçları pulsatil grupta anlamlı olarak düşük çıkmıştı (p<0.05). T4 ve FT4 için, ölçüm sonuçlarının ortalamaları birbirine oldukça yakındı ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). ACTH ölçümlerinde ise, yalnızca 24. saat değerleri için pulsatil grubun ortalaması diğer gruba göre belirgin olarak yüksekti ve istatistiksel yönden anlamlı bir fark vardı (p<0.05). Kortizol için, 24. saat hariç, ölçüm sonuçlarının ortalamaları birbirine oldukça yakındı ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). 24. saatte ise, sonuçların ortalaması, istatistiksel yönden anlamlı bir fark olmasa da, (ACTH ile uyumlu olarak) pulsatil grupta daha yüksekti. Aldosteron ölçümlerinde, her ne kadar aradaki fark istatistiksel yönden anlamlı çıkmasa da (p>0.05), düzeyler pulsatil grupta belirgin olarak daha düşük seyretti. Insülinin 60. dakikada pulsatil grupta daha düşük düzeylerde kaldığı saptandı ve iki grup arasındaki istatistiksel fark anlamlıydı (p<0.05). Glukoz ölçümlerinde de, perfüzyonun her iki döneminde pulsatil grupta değerler daha düşük olarak seyretti ve aradaki fark istatistiksel yönden anlamlı çıkmıştı. (p<0.05). Büyüme hormonunun ortalama düzeyi, perfüzyonun 60. dakikasında pulsatil grupta belirgin bir yükselme gösteriyordu (p<0.05). FT3 sonuçları pulsatil grupta daha düşük çıkarken, insülin değerlerinin yine aynı grupta düşük çıkması dikkat çekiciydi. Sözkonusu ikinci bulgu ise glukoz ölçüm ortalamalarıyla ve anti-insüliner hormonların düzeylerinin yüksekliğiyle uyumlu olarak kabul edildi.
Collections