Solunum sıkıntısı ile yenidoğan yoğun bakım ünitesine yatan hastalardaki vitamin D düzeyi, maternal vitamin D düzeyi, vitamin D gen polimorfizmi ile solunum sıkıntısı arasındaki ilişki
- Global styles
- Apa
- Bibtex
- Chicago Fullnote
- Help
Abstract
Giriş ve Amaç: D vitamini yağda çözünen bir vitamin olup çok az miktarda besinlerde bulunur, asıl kaynağı güneş ışığı ile ciltte sentezdir. D vitamininin gebelikte ve erken çocukluk döneminde, yaşamın ilerleyen dönemlerinde bazı hastalıklara karşı koruduğu gösterilmiştir. Kordon kanındaki serum 25(OH) vitamin D düzeyi annenin serum düzeyinin %50-60'ı kadardır. Bu nedenle annenin serum D vitamini düzeyinin düşük olması erken bebeklik dönemindeki vitamin D eksiklik ya da yetersizliği için en önemli risk faktörü olarak düşünülmektedir. Vitamin D'nin en aktif formu serum 1,25 (OH) 2 vitamin D, vitamin D reseptörü (VDR) yoluyla hedef dokular üzerindeki etkisini göstermektedir. Birçok doku VDR içerir ve bu reseptör geninin insanda çeşitli polimorfik formları bulunmaktadır. Fok I, Bsm I, Apa I ve Taq I en çok tanımlanan uzun parçalı polimorfizmlerdir. Vitamin D'nin kalsiyum ve kemik metabolizmasının yanında kardiyovasküler, immün sistem, solunum sitemi ve daha pek çok sisteme etkisi açısından araştırmalar yapılmış olmasına rağmen; gebelik sırasında ve sonrasında anneye ve bebeğe olan etkileri ile ilgili çalışmalar devam etmektedir. Çalışmamızda serum 25(OH) vitamin D düzeyinin ve gen polimorfizmlerinin (Fok I ve Taq I) yenidoğanda solunum sistemi hastalıkları ile olan ilişkilerini tespit etmeyi amaçladık.Gereç ve Yöntem: Çalışmamızın hasta grubu Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi'ne Mart 2018-Ağustos 2018 tarihleri arasında solunum sıkıntısı nedeni ile yatışı yapılan; doğum haftası 34-42 hafta arasında olan hastalar ile annelerinden oluşturuldu. Kontrol grubu ise 34-42 gebelik haftasında (GH) doğan sağlıklı yenidoğanlar ile annelerinden oluşturuldu. Tüm olguların demografik özellikleri, doğum haftası, doğum kilosu, doğum şekli, erken doğum nedeni, doğumda müdahale olup olmadığı, prenatal bilgileri, tekli/çoğul gebelik durumu, antenatal steroid uygulanma durumu, annenin gebelikte kullandığı rutin ilaçlar, solunum sıkıntısı nedenleri; yenidoğanın geçici takipnesi (TTN), Respiratuvar Distress Sendromu (RDS), konjenital pnömoni, Bronkopulmoner Displazi (BPD), sürfaktan uygulama durumu, ek komplikasyon, Mekonyum Aspirasyon Sendromu (MAS), hava kaçağı sendromları, pnömotoraks gibi durumların varlığı sorgulandı. Hasta ve kontrol grubundaki tüm annelere imzalı onamları alınarak anket uygulandı; yaşları, eğitim durumu, gebelikte ilaç kullanımı, multivitamin, güneş kremi kullanımı, başörtüsü durumu, ikamet edilen konut tipi sorgulandı.Bulgular: Çalışmamıza 67 hasta yenidoğan ve anneleri ile 67 kontrol yenidoğan ve annelerinden olmak üzere toplam 268 birey dahil edildi. Alınan hasta ve kontrol yenidoğan grupların %50,8 (n=68)'i kız, %49,2 (n=66)'si ise erkek olarak saptandı (p>0,05). Çalışmaya alınan grupların gestasyonel hafta ortalamaları hasta grupta 36,0±1,6 hafta, kontrol grupta ise 36,9±1,4 hafta olarak bulundu (p>0,05). Hasta grubun doğum kilosu ortalaması 2774,8±563 gram, kontrol grubun doğum kilosu ortalaması ise 2828,0±550 gram olarak bulundu (p>0,05). Hasta ve kontrol grubu tüm yenidoğanların vitamin D düzeyleri incelendiğinde; hasta yenidoğanların vitamin D düzey ortalaması 15,8±8,8 ng/ml, kontrol yenidoğanların vitamin D düzey ortalaması 17,2±6,6 ng/ml saptandı (p>0,05). Çalışmaya alınan annelerde ise hasta grubu annelerin vitamin D düzey ortalaması 13,01±7,7 ng/ml, kontrol grubu annelerin vitamin D düzey ortalaması 16,6±7,2 ng/ml bulundu (p>0,05). Hasta yenidoğanların vitamin D düzeyleri ile solunum sistemi hastalıkları arasındaki ilişki incelendi. RDS, TTN, konjenital pnömoni ile yenidoğan yoğun bakıma yatışı yapılan yenidoğanların vitamin D düzeyleri arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05).Genetik değerlendirme hasta ve kontrol yenidoğanlarda çalışıldı. Genetik değerlendirme aşamalarında kontrol gruptan 2 yenidoğanın DNA izolasyonundan sonuç alınamaması nedeniyle çalışmadan çıkarıldı. Sonuç olarak genetik değerlendirmede çalışmamıza 67 hasta ve 65 kontrol olmak üzere toplam 132 yenidoğan dahil edildi. Vitamin D Reseptörü Fok I polimorfizmlerinin FF, Ff, ff genotiplerinden ff genotipi çalışma grubumuzda saptanmadı. Vitamin D Reseptörü Fok I polimorfizmlerinden FF, Ff genotipleri açısından hasta ve kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05).Vitamin D Reseptörü Taq I polimorfizmi hasta grubunda 67, kontrol grubunda 65 yenidoğanda çalışıldı. Vitamin D Reseptörü Taq I polimorfizmlerinden CC, CT, TT genotipleri açısından hasta ve kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Çalışmaya alınan yenidoğanlarda bakılan her iki gen polimorfizminin de vitamin D düzeyi ile arasında ilişki bulunmadı (p>0,05).Vitamin D Reseptörü Taq I ve Fok I polimorfizmlerinin hasta yenidoğanlardaki solunum sistemi hastalıkları (TTN, RDS, Konjenital Pnömoni) ile arasındaki ilişki araştırıldı. Her iki gen polimorfizmi ile RDS, konjenital pnömoni, TTN arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). Tartışma ve Sonuç: Ülkemizde doğurganlık yaş grubundaki kadınlardaki D vitamini eksikliğinin %80 oranında olduğu bildirilmiştir. Çalışmamızda maternal ve yenidoğan vitamin D düzeyleri ile yenidoğan solunum sistemi hastalıkları (TTN, RDS, Konjenital Pnömoni) arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı. Genetik polimorfizmler açısından çalışmamızın sonuçlarında Fok I ve Taq I gen polimorfizmleri ile TTN, RDS, Konjenital Pnömoni arasında anlamlı ilişki bulunmadı. Gelecekte daha geniş popülasyonlar üzerinde yapılacak olan çalışmalar ile VDR gen polimorfizmlerinin solunum sistemi hastalıkları ve daha pek çok sistem hastalıkları patogenezindeki rolünün daha net olarak anlaşılması beklenilebilir ve gebelerin takiplerinin daha sık aralıklarla yapılması, sağlık bakanlığı destek programı kapsamında verilen vitamin D desteğinin daha efektif uygulandığından emin olunması ile hem annelerin hem yenidoğanların postpartum dönemde vitamin D eksikliğine bağlı oluşabilecek sorunlarının azaltılması sağlanabilir. The main source for the Vitamin D is its synthesis in the skin on exposure to sunlight. Vitamin D protects against certain diseases during pregnancy, early childhood and the other periods of life. The serum 25 (OH) vitamin D level in cord blood is 50%–60% of the mother's serum level. Therefore, mothers' low serum vitamin D levels are considered as the most significant risk factor for vitamin D deficiency or insufficiency in early infancy. Serum 1.25 (OH) 2 vitamin D is the most active form of vitamin D, and it exhibits its effect via vitamin D receptor (VDR) on target tissues. Many tissues contain VDR, and this receptor gene has various polymorphic forms in humans. Fok I, Bsm I, Apa I, and Taq I are the most-defined long-fragmented polymorphisms. Although vitamin D has been investigated in terms of its effect on cardiovascular, immune, respiratory, and many other systems besides calcium and bone metabolism, studies on its effect on the mother and the baby during and after pregnancy are ongoing. This study aimed to determine the serum 25 (OH) vitamin D level and gene polymorphisms (Fok I and Taq I) in the neonates and the relationship between respiratory diseases and respiratory morbidities.Materials and Methods: The patient group comprised 67 newborns at 34–42 weeks gestation admitted to Bülent Ecevit University Medical Faculty Hospital Neonatal Intensive Care Unit between March and August 2018 due to respiratory distress, and their mothers. The control group consisted of 67 healthy newborns at 34–42 weeks gestation (GH) and their mothers. Demographic characteristics, birth week, birth weight, type of delivery, cause of premature birth, probable intervention at birth, prenatal information, single/multiple pregnancy status, antenatal steroid application status, routine drugs used by the mother during pregnancy, causes of respiratory distress of all cases, and the presence of conditions such as transient tachypnea of the newborn (TTN), respiratory distress syndrome (RDS), congenital pneumonia, bronchopulmonary dysplasia (BPD), surfactant application status, additional complication, meconium aspiration syndrome, air-leakage syndromes, and pneumothorax were investigated. A questionnaire was administered to all mothers in the patient and control groups after obtaining their informed consent. Age, educational status, drugs used during pregnancy, usage of sunscreen and multivitamin, headscarf usage, and type of residence were also investigated.Results: 50.8% (n = 68) of the newborns in the patient and control groups were female and 49.2% (n = 66) were male (p > 0.05). The gestational week averages were 36.0 ± 1.6 weeks in the patient group and 36.9 ± 1.4 weeks in the control group (p > 0.05). The mean birth weight of the newborns in the patient and control groups was 2774.8 ± 563 g and 2828.0 ± 550 g, respectively (p > 0.05). The mean vitamin D level of the newborns in the patient and control groups was 15.8 ± 8.8 ng/mL and 17.2 ± 6.6 ng/mL, respectively (p > 0.05). The mean vitamin D level of the mothers in the patient and control groups was 13.01 ± 7.7 ng/mL and 16.6 ± 7.2 ng/mL, respectively (p > 0.05). The relationship between vitamin D levels and respiratory morbidities of newborns was investigated. No statistically significant relationship among RDS, TTN, congenital pneumonia, and vitamin D levels of newborns admitted to the neonatal intensive care unit was found (p > 0.05).The genetic evaluation was performed in newborns and controls. In the genetic evaluation stages, two newborns from the control group were excluded from the study due to the lack of DNA isolation. As a result, a total of 132 newborns (67 in patient and 65 in control group) were included in the genetic evaluation in this study. The ff genotype of VDR Fok I polymorphism was not detected in this study group. No statistically significant difference in FF and Ff genotypes of VDR Fok I polymorphisms was found between the patient and control groups (p > 0.05).VDR Taq I polymorphism was studied with 67 neonatal patients in the patient group and 65 neonates in the control group. No statistically significant difference in CC, CT, and TT genotypes of VDR Taq I polymorphisms was found between the patient and control groups (p > 0.05). No relationship between vitamin D levels and the gene polymorphism of neonates was found in this study (p > 0.05).The relationship of VDR Taq I and Fok I polymorphisms with respiratory morbidity in newborns was investigated. No statistically significant relationship was found between both gene polymorphisms, and RDS, congenital pneumonia and TTN (p > 0.05).Discussion and Conclusion: Vitamin D deficiency in women of fertility age has been reported to be 80% in Turkey. No statistically significant relationship was found between the maternal and neonatal vitamin D levels and neonatal respiratory morbidity in the present study. No significant relationship was found between Fok I and Taq I gene polymorphisms and respiratory morbidities in terms of genetic polymorphisms. Future studies with larger populations would allow a clearer understanding of the role of VDR gene polymorphisms in the pathogenesis of respiratory system diseases and many other systemic diseases. Moreover, the vitamin D support provided within the scope of health ministry support program can be applied more effectively with more frequent follow-up of pregnant women. In addition, the problems that might occur due to vitamin D deficiency in the postpartum period of mothers and neonates can be reduced.
Collections